Cumhurbaşkanına hakaret!
Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı Cihan Kolivar ‘Türk milletini aşağılama’ suçlamasıyla gözaltına alındı. Kolivar’ın sözleri şöyleydi:
“Ekmek aptal toplumların temel gıda maddesidir. Bizim toplum ekmekle doyduğu için böyle 20 sene başında yöneticiler duruyor.”
Bu sözlerini hoş görmek mümkün değil. Bu sözler eleştiriyi, hatta kınamayı hak ediyor. Fakat hukuken suç mu? Sulh Ceza Hakimi bu sözlerde suç bulamadı.
Yine eski tivitler araştırıldı, Canan Kaftancıoğlu örneğinde olduğu gibi bir şeyler bulundu. Kolivar’ın eski bir tivitinde “Cumhurbaşkanına hakaret” keşfedildi, tutuklandı.
HAKARET SUÇU
Türk Ceza Kanunu’nun “Cumhurbaşkanına hakaret”i düzenleyen 299. maddesi, cumhurbaşkanlarının partisiz olduğu dönemlerin ürünüdür. Kökeninde devletin başı sayılan partisiz hükümdarların itibarının korunması vardır. Partisiz Cumhurbaşkanı da “devletin egemenlik alametlerinden ve organlarından” biri olarak hakarete karşı korunmuştu.
Ama CB sisteminde cumhurbaşkanı, aynı zamanda iktidar mücadelesi yapan, muhalefet hakkında ağır sözlerle konuşan bir parti lideridir.
Bu onu gerilimlerin, tepkilerin, siyasi husumetlerin hedefi yapıyor. Prof. Yaman Akdeniz’in geçen şubattaki açıklamasına göre, cumhurbaşkanına hakaretten “son 6 yılda 160 bin kişiye soruşturma açılmış ve bu soruşturmaların 35 bini davaya dönmüş, 12 bin 881 kişiye mahkûmiyet verilmiştir.”
Dünyada bunun örneği yoktur. Erdoğan’dan önce bizde de Cumhurbaşkanlarına hakaret davaları 500’ü, mahkumiyetler 230’u geçmiyordu…
SUÇ TANIMI DEĞİŞMELİ
Bu vahim tablo Cumhurbaşkanlığı gibi birleştirici olması gereken en yüksek yürütme makamının CB sisteminde nasıl politize olduğunu gösterdiği gibi, bu kadar soruşturma açılmasının da siyası baskı haline geldiğini de göstermektedir.
Bizim Adalet Bakanlığı’nın da işine geldiğinde hukuki referans mercii olarak kabul ettiği Venedik Komisyonu, Avrupa hukukunda olduğu gibi Türkiye’de de Cumhurbaşkanına hakaretin “suç olmaktan çıkarılması ya da bu suçun hapis cezası içermeyecek biçimde sadece en ciddi sözlü saldırılarla sınırlı tutulması” tavsiyesinde bulunmuştu. (15 Mart 2016)
Gelişmiş demokrasilerde ifade hürriyeti bu düzeyde olduğu gibi siyasi gerilimler düşük, üsluplar da ölçülü olduğu için krallar ve cumhurbaşkanları bu kadar husumete maruz kalmıyor. Bizde “Cumhurbaşkanına hareket” suçunun, onun partili olmasından mı, cumhurbaşkanlığı makamında bulunmasından mı kaynaklanmasını ölçü alan yeni bir düzenleme yapılması adaletin de hukukun da bir gereğidir. Tabii bu iktidar bunu yapmaz çünkü eleştirileri soruşturmalarla ‘caydırmak’ istiyor. Onun için ölçüsüz soruşturmalar, ölçüsüz tutuklamalar yapılarak rekor kırıyor!
CAYDIRICI ETKİ
Bu amaçla, zamanında suç sayılmamış tivitler araştırılarak yıllar sonra soruşturmalar açılıyor. Toplumda; konuşurken, yazarken, tivit atarken bir çekingenlik, bir oto sansür hissi oluşsun isteniyor. AİHM’nin evrensel hukuka yerleştirdiği içtihadî kavramla ifade edersek “caydırma etkisi”, ‘clilling effect… Fikir ve ifade hürriyetini kullanmaktan, soruşturma korkusuyla caymak…
Anayasa Mahkememiz şöyle tanımlıyor bunu:
“Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarına ilişkin olarak hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmesi halinde bunun tüm basın üzerinde baskı kurabileceği ve kamuoyunu ilgilendiren konuların tartışılmasından gazetecileri caydırabileceği, böylece bir otosansür kurumuna dönüşebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.” (K: 2013/2602, § 79)
Hukuk böyle dediği halde, yargı niye fikir ve ifade alanlarında yerli yersiz soruşturmalar açıyor?
HUKUK DEVLETİ?
Meselenin temelinde yargı bağımsızlığı alanındaki sorunlar var. Bu sorunların başında HSK’daki siyaset ağırlığı gelmekte, hakim savcı atamaları araç olarak kullanılmaktadır.
İmamoğlu davasındaki yargıç ataması… Osman kavala, Hakan Altınay ve arkadaşları hakkında dava mahkumiyetle sonuçlanıncaya kadar yapılan hakim değiştirmeleri...
Birinci sınıfa ayrılmış kırk yıllık hakim Nimet Demir’in, Kaşıkcı dosyasının Suudlara devredilmesi kararına karşı “muhalefet şerhi” yazdığı için Maraş’a atanmasında bu vahim sorunu görmek mümkün…
Özetle Türkiye, sözde değil gerçekte “hukuk devleti” olmak zorundadır.