Bindik bir alamete
Ekonomide en vahim durum, Türkiye’nin üreterek büyüme yerine, borçla tüketerek büyümesi ve iktidarın bunu başarı diye pazarlamasıdır.
Şu resmi rakamlara bakın: 2022 yılının Ocak-Ekim döneminde bütçe açığı 128 milyar liraya çıktı!..
2023 bütçesine konulan faiz giderleri 566 milyar lira! Bütün tarihimizin en faizci iktidarı, bu iktidardır.
Bloomberg’e göre, dövizin yükselmesini, yani TL’nin değer kaybını biraz olsun frenlemek için Ocak ayından bu yana Merkez Bankası piyasaya 100 milyar dolar sürmüş! Meşhur “128 milyar dolar” vakasının üstüne, aynı yanlışı nasıl sürdürüyorlar, görüyorsunuz.
Ve yine döviz artışını, yani TL’nin değer kaybını biraz olsun frenlemek için, Kur Korumalı Mevduat’a, Bakan Nebati’ye göre bugüne kadar 91 milyar lira ödendi! Merkez Bankası’nın ne kadar ödediği açıklanmıyor!
Peki, bütçede tarım desteğine ayrılan para ne kadar? 54 milyar liracık!
Bu tablo, tamı tamına “rant ekonomisi” tablosudur.
Gıda enflasyonu neden bütün diğer enflasyonların üstünde, belli değil mi?
İKTİDARIN RAKAMLARI
Bu hazin tablo sadece son bir iki yılın eseri değildir. Kabaca on yıldır adım adım ağırlaşan popülist rant ve tüketim politikaların sonucudur. Bu iktidarın hazırlayıp Temmuz 2013’te yasalaştırdığı 10. Kalkınma Planında, 2007—2012 arasında yüksek katma değerli üretimin yetersiz kaldığı belirtilerek, 2018 yılına kadar “üretken yatırımlar ve üretim faktörlerinin verimlilik düzeylerinin artırılması, dış ticaret açığının kalıcı bir şekilde makul düzeylere çekilmesi” hedefi ortaya konulmuştu. (Paragraf 122)
Çok doğru bir hedefti. Plan’ı yazan teknokratlar çok doğru bir hedef tespit etmişlerdi…
Fakat politika ne yaptı?
2019 Temmuz’unda Meclis’ten geçen 11. Kalkınma Planı’ndaki tespitler, politikanın bunun tam tersini yaptığını gösteriyor: 2018’e kadarki büyümeye tüketimin katkısı 3 puan olurken, sabit sermaye yatırımlarının katkısı 1,3 puanda, ihracatın katkısı 1 puanda kalmıştı! (Paragraf 131)
Borçlanmayla tüketim teşvik edilmiş, seçimler kazanılmıştı…
Verimlilik ve yüksek katma üretim önceliği yerine, kısa sürede oy getiren rant ve tüketim politikalarının sonuçlarını yaşıyoruz bugünkü kahredici enflasyonla!
DÜNYADAKİ PAYIMIZ
Kaynakların verimli üretim ve teknolojik gelişme önceliğiyle tahsis edilmesi gerekirken, böyle tüketime ağırlık verilmesi, Türkiye’yi son on yılda dünya yürüyüşünün gerisinde bıraktı!
Doğru reformist politikalarla ve AB yönelişli dış politikanın yarattığı iklimle, dünya ekonomisindeki payımız 2013 yılında yüzde 1.26’ya çıkmışken, popülist politikalarla 2020 yılında yüzde 0.85’e düştü. Bu, 1980 yılındaki payımızdır!
Dünya gelişirken biz nasıl bu gelişmenin gerisine düşmüşüz, açık değil mi?
Hamaset, bu gerçeği değiştirmiyor.
İktidar hiç olmazsa kendi belgelerindeki rakamlara ve ekonomide ağırlaşan sorunlara bakarak rasyonel bir tavırla yanlışlardan doğrulara dönmesi gerekmez miydi?
Gerekirdi ama Erdoğan “hatalarımız reformlar yanında devede kulak” diyor! (14 Mayıs 2022)
Evet ama reformlar ilk on yılda, hatalar ve sonuçları son on yıldadır. Rakamlarda bunu söylüyor.
Doğru politikalara, yani kurallı piyasa ekonomisine ve güçlü kamu kurumlarına dönmek yerine; “faiz sebeptir” gibi, “enflasyonlu büyüme” gibi heterodoks politikalarla kaynaklar daha fazla tüketildi; daha fazla faize gitti, döviz rezervleri net olarak negatife düştü, borçların faizi ana parayı geçti! Bunlar mı devede kulak?!
KURALLI PİYASA EKONOMİSİ
İçeride tüketilebilecek kaynaklar gittikçe daralıyor. Seçimlerden sonra ağır fatura hepimizin sofrasına düşecek!
Dünyada bağımsız Merkez Bankaları faiz silahıyla enflasyonu düşürmeye başlarken, bizim Merkez Bankası iktidarı emriyle kaynak tüketerek enflasyonu finanse ediyor! İktisat ilmiyle, bizdeki heterodoks politikalar arasındaki farkın tipik örneği!
Türkiye dış kaynak temin etmeye, o kaynakla yapısal reformlar yapıp ekonomisini verimliliğe ve üretime geçirmeye mecburdur. 1980 yılında merhum Turgut Özal’ın “24 Ocak Kararları” ile, 2001 yılında Sayın Kemal Derviş’in “14 Nisan Kararları” ile Türkiye ekonomisini sağlıklı bir yola sokmaları gibi…
Bağımsız Merkez Bankası, bağımsız yargı, kamu kurumlarının liyakat ilkesine göre yeniden yapılandırılması, geleneksel dış politika zorunludur.
Yoksa, korkuyorum, bindik bir alamete…