Batı’dan uzaklaşmak Türkiye’ye zarar verir
Emekli Diplomat Abdurrahman Bilgiç Taha Akyol'a açıkladı.
-İslam dünyasında yalnızlaşmamızın bir temel nedeni Batı dünyasından uzaklaşmamızdır. Diğer nedenleri ise dış politikada rasyonalizm ve uzun erimli ülke menfaatleri yerine, dar bir ideolojik perspektifle bölge sorunlarına, iç savaşlara, vekalet savaşlarına müdahil olduğumuz algısıdır.
-Mevcut durum Türkiye’nin arafta kaldığı imajının oluşmasına sebebiyet vermektedir. Ne demokrasi ne de otokrasi, kendine özgü bir demotokrasi algısına... Araftaki yalnızlık, değerli olmadığı gibi bağımsızlık anlamına da gelmez.
-Türkiye’nin, Batı dünyasının çekirdek değerlerinden sapması ve dış politikada “sert güç”e yaslanmayı tercih eden eğilim imajı da dostlarımızı kaybetmemize yol açtı... Batı’da yükselen ırkçı, İslamofobik ve popülist dalga, anaakım partileri de etkiledi.
Diplomat Abdurrahman Bilgiç Taha Akyol'un sorularını cevapladı.
AB Konseyi, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulmuş olarak kalmasına karar verdi. Ne diyorsunuz?
AB Genel İşler Konseyi’nin son toplantısı sonrasında açıklanan Sonuç Belgesi’nde Türkiye’ye ilişkin atıflar düşündürücüdür. Bu Belge’de “Türkiye, aday ülke statüsünü koruyor” denilmekle birlikte, müzakerelerin durdurulduğu belirtilmiştir. Yani yeni bir fasıl açılamayacak ve kapatılamayacaktır. Bu karar, özetle şu gerekçelere dayandırılmıştır:
- Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü dahil temel haklarda gerileme ve yargı bağımsızlığının sistemik olarak aksaması.
- Piyasa ekonomisinin işleyişi konusunda ciddi kaygılar.
- Türkiye’nin dış politikasının, AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile artan ölçüde çatışması,
- “Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkilerine zarar veren tehdit ve eylemleri”.
Söz konusu belgede gerginliğin azaltılması bakımından Türkiye’nin tutumundan memnuniyet duyulduğu kayda geçirilmekle beraber havuç-sopa dengesine dayalı bir angajman politikasıyla Türkiye’den daha fazla geri adım atmasının beklendiği anlaşılmaktadır. Taviz beklentileri Kıbrıs, Maraş’ın statüsü, İrini Operasyonu çerçevesinde Libya gibi konularda başta Yunanistan ve GKRY olmak üzere bazı AB üyelerine müzahir bir yaklaşımı ortaya koymaktadır.
Gümrük Birliği anlaşmasının kapsamının genişletilerek modernize edilmesine de yeşil ışık yakılmamaktadır.
Türkiye’nin AB’den daha da uzaklaştığını ilan eden bu Zirve, ulusal güvenliğimizi ve hayati menfaatlerimizi ilgilendiren konularda tezlerimizin aşındığını yansıtan boyutlarıyla üzüntü vericidir.
Türkiye’nin dış politikasında üzerine düşenleri içeriden başlayarak yapmaması ve haklı olduğu alanlarda tezlerini uluslararası hukuk temelinde savunamaması durumunda ağırlaşacak sorunlarla karşı karşıya kalmamız muhtemeldir.
TÜRKİYE ZARAR GÖRÜYOR
Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaşması, genel dış politikamızı nasıl etkiliyor?
Türkiye’nin evrensel değer ve ilkelerden uzaklaşması dış politikada yalnızlaşmamıza yol açmıştır. Batı’da saygınlığı ve itibarı yükselen bir Türkiye’nin, bölgemizde ve İslam dünyasında da gücü ve etkinliği artar. Hatırlayacağınız üzere, eskiden Türkiye, demokratik reformları ve güçlenen ekonomisiyle bölge ülkelerine model veya örnek olarak gösterilirdi. Bu uzaklaşma ekonomik ve ticari ilişkilerimizin geliştirilmesine de sekte vurmaktadır. Gümrük Birliği anlaşmasının AB’nin de çıkarına olmasına rağmen kapsamının genişletilememesi buna bir örnektir. Keza, bu savrulmanın savunma ve güvenliğimiz üzerinde de baskılar oluşturduğu bir süreç yaşıyoruz. Maalesef, bugün Türkiye’nin karşısında, ülkemizi ortak tehdit olarak algılayan ülkeler arasında, bizi dışlayan siyasi, ekonomik ve askeri ittifaklar oluşuyor.
TÜRKİYE’NİN DOSTLARI!
Batı’da Türkiye karşıtları gibi Türkiye’nin her dönemde taraftarları da olmuştu. Şimdi onlar da buharlaştı. Neden?
Bunun temel nedeni, Türkiye’nin, Batı dünyasının çekirdek değerlerinden sapmasıdır. Ayrıca, dış politikada diplomasiyi ihmal edip “sert güç”e yaslanmayı tercih eden eğilim imajı da dostlarımızı kaybetmemize yol açmıştır. Diplomasinin özü kurumsallaşmış iletişimdir. Kurumsal kapasite kaybı, profesyonelliğin hafife alınması, kamu diplomasisinin etkin bir biçimde yürütülememesi de bunda rol oynuyor. Öte yandan, Batı’da yükselen ırkçı, İslamofobik ve popülist dalga, anaakım partileri de etkilemiştir. Anaakım partiler, popülist rakiplerine oy kaptırmamak için maalesef popülist söylem ve politikalara daha sık başvurmaya başladı. Elbette, ekonomimizin zayıflaması da saygınlığımıza zarar veriyor.
STRATEJİK BAKMAK’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Avrupa Türkiye’ye stratejik gözle baksın’ diyor, bu ne demek, böyle bakar mı?
Bu ifade, Avrupa’nın savunma ve güvenlik alanında Türkiye’nin jeostratejik önemine atıfta bulunduğu ölçüde isabetlidir. Gerçekten de Avrupa’nın vizyoner yaklaşım yerine günlük ve dar siyasi çıkarlar için Türkiye’yi dışlaması, Avrupa’nın da orta ve uzun erimli çıkarlarına aykırıdır. Ancak, tek başına bu söylem, dış politikadaki zikzaklarıyla Türkiye’ye duyulan güvensizliği de pekiştirebilir. Diplomaside tezlerimize ancak hukuk temelinde haklılık kazandırabiliriz. Diplomasinin genel eğilimi barışçıldır. Sert gücü çağrıştıran argümanlara, retoriğe ve hatta durağan suları çalkalamak için anti-diplomasiye de yer vardır ama sınırlı ve istisnai olmak kaydıyla.
‘ARAFTAKİ YANLIZLIK’
Bir “eksen tartışması” var, ne demek, ne durumda?
Eksen tartışması’ Türkiye’nin Batı dünyasından koparak Avrasyacı eksene yönelmesi bağlamında gündemdedir. Kanımca, Türkiye, uzaklaşma yaşamakla birlikte Batı’dan büsbütün kopmamıştır; NATO’da etkinliğini korumakta, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi dahil uluslararası ve bölgesel kurumlardaki mevcudiyetini, aşınsa bile sürdürmektedir. Rusya ve Çin’e eğilim zaman zaman söylem bazında ileri noktalara taşınmış olsa da stratejik, ekonomik ve kültürel nedenlerle bu ülkelerle ilişkiler taktik işbirliğinden öteye geçmemiştir. Bu manzara Türkiye’nin arafta kaldığı imajının oluşmasına sebebiyet vermektedir. Ne demokrasi ne de otokrasi, kendine özgü bir demotokrasi algısına...Araftaki yalnızlık, değerli olmadığı gibi bağımsızlık anlamına da gelmez.
BATI’DAN KOPMANIN FATURASI
Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması, gidişatımızı nasıl etkiler?
Türkiye’nin, Batı’dan uzaklaşması, müreffeh ve demokratik bir hukuk devleti olarak çağdaş standartların çok gerisine düşmemize yol açar. Ekonomik ve ticari ilişkilerimiz zarar gördüğü gibi Doğu’da da itibar kaybına uğrarız. Sert güç açısından baktığımızda bile şimdiden, bunun kuvvet yapımızın ve kuvvet planlamamızın üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiğini gözlemleyebiliyoruz. Örneğin, F-35 programından çıkarılmamız Türk Hava Kuvvetleri’ni zayıflatmıştır. F-16 alıp alamayacağımız dahi maalesef meçhuldür. Sözün özü, böyle bir uzaklaşmanın ülkemizi her alanda itibar kaybına uğratma ve Türkiye’nin kurumsal kapasitesine darbe vurma potansiyeli dikkate alınmalıdır.
İSLAM DÜNYASI
Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde İslam dünyasında da bu kadar yalnızlaşmamıştık. Bunun sebepler neler?
İslam dünyasında yalnızlaşmamızın bir temel nedeni Batı dünyasından uzaklaşmamızdır. Diğer nedenleri ise dış politikada rasyonalizm ve uzun erimli ülke menfaatleri yerine, dar bir ideolojik perspektifle bölge sorunlarına, iç savaşlara, vekalet savaşlarına müdahil olduğumuz algısıdır. Sınırlarımızın güvenliği ve yaşamsal çıkarlarımızın korunması, belirttiğim sorunlarda köşeye sıkışmamızı gerektirmiyor. Diğer ülkelerin yaptığı gibi Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de ilgili tüm taraflarla iletişim halinde olmak zorundayız. Türkiye’nin son dönemde bu yöne doğru bir eğilim sergilemesi umut vericidir.
Doğu Akdeniz’de ne durumdayız? Araplar neden Yunanistan’la beraber?
‘Arap Baharı’ sürecinde bölge ülkelerine yönelik söylem ve eylemlerimiz içişlerine müdahale gibi algılanmıştır. Doğu Akdeniz’de barışçıl diplomasi bileşenini hafife alan ve salt sert güce yaslanan zorlayıcı politikalar yürüttüğümüz inancı, Türkiye’yi bir çok bölge ülkesi ve bölgede çıkarları bulunan ülkeler için ortak tehdit haline getirmiştir. Bu durum, aleyhimizde siyasi, ekonomik ve hatta askeri dayanışmaya, kamplara ve ittifaklara sebebiyet vermiştir. Bu itibarla, bozulan ilişkilerimizi onarmak ve kapsayıcı ortak çıkar alanları geliştirmek öncelik taşımaktadır. İlişkileri bozmak kolaydır ama onarmak zaman alır. Nitekim, şimdi ilişkilerimizi normalleştirmek istediğimiz Mısır ve İsrail’in nazlı davrandıklarına, normalleşme sürecinin yavaş ilerlediğine tanık oluyoruz. Yunanistan’ın da fırsattan istifade Türkiye aleyhine bir diplomasi atağı başlattığını gözlemliyoruz. Kavgacı üslup, söylem ve anlatı tuzağına düşmeden “kapsayıcı diplomasi”nin bölge istikrar ve refahı bakımından taşıdığı önem konusunda ikna edici olmalıyız.
SUUD VE KÖRFEZ’LE İLİŞKİLER
Hükümet Suud ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerimizi düzeltmek istiyor. ‘Eski hale’ gelmek mümkün olur mu?
Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerimizin düzeltilmesi; zaman, profesyonellik ve karşılıklı irade gerektiren bir süreç. Ortadoğu’da, kısa dönemde, çatışmaların ve şiddetin son bulmasına odaklanmalıyız. Orta ve uzun vadede ise sorunların barışçıl çözümüne, ekonomik işbirliğine yönelip farklılıklarıyla beraber bölgesel barış ve refahı tesis etmiş bir bölge yaratılmasını hedeflemeliyiz. Güven tazelemeye ihtiyacımız var. Milli menfaatlerimizle bölge gerçekleri arasında rasyonel bir denge kurabilmemiz lazım. Bölgedeki sorunlara taraf olmaktan çıkıp çözümün unsuru olabiliriz. İlişkilerimizi meşru aktörlerle yürütmeye özen göstermeliyiz. Böyle bir yaklaşımla, ilişkilerimiz eskisinden de daha iyi bir konuma yükselebilir.
RUS-ÇİN BLOKU
Rus-Çin bloku Türk dış politikasında bir alternatif olabilir mi?
Rusya ile ikili ilişkilerimiz çok boyutlu bir ortaklık niteliği taşıyor. Bu ilişkileri sağlıklı ve dengeli bir biçimde sürdürebiliriz. Elbette, menfaatlerimiz her zaman örtüşmüyor. Keza Çin, yükselen bir siyasi, ekonomik ve askeri güç, çokkutuplu uluslararası sistemde önemli bir yere sahip. Küresel kuşak-yol projesiyle iddialı hedeflere doğru adım adım ilerliyor. Asya-Pasifik bölgesindeki sınamaları dikkate almak zorundayız. Bu ülkeyle de ortak çıkarlara dayalı işbirliğimizi geliştirmeliyiz. Bunun için Uygur kardeşlerimizin maruz kaldığı ağır baskılara kayıtsız kalmamız gerekmez. ‘Tek Çin’ politikamızı değiştirmeden, Uygurların Çin’le aramızda dostluk köprüsü oluşturmasına destek olabiliriz. Esasen, bugün Rus-Çin Bloku’ndan anlaşılan Şanghay İşbirliği Örgütü’dür. Değer temelleri farklı ŞİÖ’nün NATO benzeri bir askeri yapısı da yoktur. NATO’nun güvenlik şemsiyesinin yerini tutamaz. Ekonomik olarak da bizim AB ile ilişkilerimizin yerini alamaz. Avrupa ile ticaretimiz toplam dış ticaretimizin yarısına tekabül ederken, ŞİÖ ülkeleriyle ticaretimizin payı yüzde 10 civarındadır ve dış ticaret dengesi aleyhimizedir. Kaldı ki bu Örgüt’e üye olmak istesek bile bizi alan yok. Şu anda Diyalog Ortağı’yız. Batı dünyasındaki algı Türkiye’nin bunu pazarlık için dillendirdiği yönündedir. Çin ise NATO’dan ayrılmayan bir Türkiye’nin ŞİÖ içine konuşlanmasına derin bir şüpheyle yaklaşmaktadır. Endişem, iki tarafta birden şüphe uyandırmamızın Türkiye’ye ilave faturalar çıkarmasıdır.
NASIL BİR DIŞ POLİTİKA?
Türkiye’nin temel dış politikası nasıl olmalı?
Öncelikle milli menfaatlerimizi ve güvenliğimizi koruyup, bölgesel ve küresel istikrara ve barışa katkıda bulunmalıyız. Ülkemizde maalesef kutuplaşma keskin. Ekonomimiz bozuldu. Sosyal dokumuz zedelendi. Bunları onarmadan diplomasimizi daha güçlü bir biçimde yürütemeyeceğimizi görmemiz lazım.
Mensubu olduğumuz ittifaklar ortak değerlerle şekillenmiştir. Bunları korumak gerekir. Bu durum, ortak çıkarlara dayalı yeni işbirliklerine açık olmamıza engel değildir. Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi gibi temel belgelere, TBMM tarafından onaylanmış olan uluslararası sözleşmelere ve oluşturulmasına katkıda bulunduğumuz normlara titizlikle bağlı kalmalıyız. Tüm müttefiklerimizle, komşularımızla ve çevremizdeki ülkelerle içişlerine karışmama ilkesi temelinde yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilir duruma gelmeliyiz. Diplomasimiz, ikili ilişkilerimizin yanısıra bölgesel ve uluslararası ihtilaflarda sorun çözücü kimliğine yeniden kavuşmalıdır. Krizlerden beslenmek yerine, diplomasiyle sorunları çözerek güçlenmek mümkündür. Dış politika gerçekçilik, ihtiyat, dikkat ve sabır gerektirir. Ancak, diplomasimize gerektiğinde yaratıcı ve cesur adımlar atabilme esnekliği kazandırmalıyız. Dış politikada ortak akla, çoğulculuğa, üniversiteler ve STK’larla dış politika yapım süreçlerinde birlikte çalışmamız gerekiyor.
Özetle, bütün komşularımız, NATO müttefiklerimiz, AB ortaklarımız, Türk dünyası ve Arap-İslam dünyası ile ilişkilerimizin güçlendirilmesine öncelik vermeliyiz.. Kıbrıs davamıza ve Yunanistan ile ilişkilere özellikle odaklanmalıyız. Suriye, Libya ve Irak’taki durum, Kafkaslar’da ve Balkanlar’da istikrar başta olmak üzere, çevremizde bulunan ve ulusal güvenlik ve refahımızı etkileyen sorunların çözümü için çalışmalıyız. Dış politikamızın önemli bir boyutu da yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın saygın konumlarının pekiştirilmesi, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı korunması, Türkiye ile olan bağlarının güçlendirilmesidir.
ABDURRAHMAN BİLGİÇ KİMDİR?
Abdurrahman Bilgiç 1986 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Çeşitli görevlerden sonra Nisan 2011’de Türkiye’nin Tokyo Büyükelçiliğine getirildi. Ardından MİT Müsteşar Yardımcısı olarak görev yaptı. 2014 - 2018 tarihleri arasında Londra görevinde bulundu, bu görevdeyken emekli oldu.