Yeryüzü Tanrıları: Belirsizlik ve kuralsızlık hükümdarları
Zygmunt Bauman, “Modernite Kapitalizm Sosyalizm (Küresel Çağda Sosyal Eşitsizlik)” ismiyle dilimize çevrilen kitabında, insanlarda “hükümdar” algısının aslında “tanrı” algısı ile aynı temeller çerçevesinde şekillendiğine dair bir değerlendirme yapıyor.
Bauman fikrini, Rus filozof Mikhail Mikhailovich Bakhtin’in (1895-1975) “kâinatın dehşet verici büyüklüğünün ve sessizliğinin insanda meydana getirdiği derin korku ve çaresizlik hissi” olarak tanımladığı “kozmik korku” kavramına dayandırıyor.
Bakhtin, ölçülemeyecek kadar büyük ve baş edilemeyecek kadar kuvvetli tabiat karşısında insanın kapıldığı “kozmik korkunun” iki temel bileşenini tespit etmiş:
1- İnsanın silik ve fani olan varlığının, sonsuza uzanan kâinat karşısındaki hiçliği; kırılgan ve ölümlü insan bedeninin acınası zayıflığı, dirençsizliği ve savunmasızlığı.
2- İnsanın kâinatın ihtişamında fark ettiği dehşetli kudreti kavrama, algılama noktasında acizliği.
Kâinatın, ilkel insanın gözünde anlaşılabilecek, öngörülebilecek, ne zaman ne yapacağı bilinebilecek, bir şey olmadığına dikkat çekmiş.
Kâinatın işleyişinde bir tasarım ya da mantık olsa bile, bunun kesinlikle kendi algılama kapasitesinin ötesinde bir şey olacağını düşünen ilkel insanın, doğal afetler karşısında acziyetini düşünerek ürperişini tespit etmiş.
“Kozmik korkunun”, asla bilinemez, öngörülemez ve hükmedilemez olan büyük güç karşısında duyulan korku ve acziyet hissi, “belirsizlik dehşeti” olduğunu söyleyen Bakhtin, bu yoğun hissin hem “dînî”, hem “siyasî” yapıların harcı olduğunu öne sürüyor.
Tüm gücü avucunda toplamış yenilmez “hükümdara” boyun eğme hissinin temelinde, -tıpkı tanrı karşısında olduğu gibi- “aşılamaz ve giderilemez bir belirsizlik karşısında hissedilen zayıflık ve kırılganlık hissinin” bulunduğunu söylüyor.
Savunmasızlık ve belirsizlik dehşeti, hem ilahi güç karşısında hissedilen korkuyu, hem de insan eliyle üretilip kontrol edilen güç karşısında hissedilen korkuyu karakterize ediyor.
Dindeki kadir-i mutlak “tanrının” yerini güçlü “hükümdar” alıyor.
Bakhtin buna da “resmi korku” adını veriyor.
Dilsiz ve tepkisiz kâinatın yerini birtakım sözleşmeler yapan, itaat ve belli davranışlar karşılığında bazı vaat ve taahhütlerde bulunan Tanrı ya da Tanrılara bırakmasıyla, korkmuş insanların, önce ilahi emirlerin kullarına dönüştüğünü, daha sonra bu şablonun devlete uygulandığını, önce “Tanrı korkusuna” dönüşen “kozmik korkunun” nihayet “resmi korkuya” evirildiğini söylüyor.
Fakat bir problem var!
Korkulan o büyük güç, -bizzat kendi koydukları olsa bile- bir takım kurallara uymayı taahhüt ettiğinde savunmasızlık ve belirsizlik ortadan kalkıyor.
Öyle olunca korkacak bir şey kalmıyor.
Ama korku olmadan da iktidar olmuyor!
Her şeye gücü yeten (kadir-i mutlak) bir Tanrı’nın (ya da ona öykünen bir hükümdarın) hiçbir kuralla, kanunla, sözleşmeyle sınırlı olmaması gerekiyor.
Bauman, bu noktada Alman düşünür Carl Schmitt’in “egemen, muafiyet gücüne sahip olandır” sözüne atıf yapıyor.
Tanrı misali mutlak güce talip olan dünyevi taklitçilerin, ellerindeki silahlardan en etkili olanları en öngörülemez şekilde kullanılanlar oluyor.
Yeryüzünde tanrılığa soyunan hükümdarlar bunu derhal fark ediyorlar.
En garip, en beklenmedik, en irrasyonel adımlarla, kuralları yıka yıka ilerlerken, ne yapacaklarının kestirilmesinin önüne geçiyor, iktidarlarını o ilkel kozmik korku üzerine kuruyorlar.
Otoritelerini belirsizlik ve kontrollü kaosla besliyorlar.
Kendileri hariç herkesin, koydukları kurallarla sıkı sıkıya bağlı olduğu bir dünyada “tanrıyı” oynuyorlar.
Herkesi bağlaması gereken kanunları sık sık ve alenen ihlal ederek “tanrılıklarını” ispat ediyorlar.
Tartışılmaz “acı kuvvetleri” karşısında kimselerin hiç bir şey yapamayacağı hissini diri tutmak için sürekli gövde gösterileri yapıyorlar.
Bauman analizini şöyle bitiriyor:
Hükümdarların “yıldırımlarını” ellerinden almak isteyenler, önce etraflarını saran belirsizlik sisini dağıtmalı ve rastgeleliği düzenliliğe, “anomi” (normsuzluk) halini norm haline çevirmelidirler.