Vicdanımızda açılan obruklar
Hani “yer yarıldı da içine girdi” diye bir deyim vardır ya, o korkunç hâlin gerçekten yaşanması, durup dururken yerde çok derin bir çukurun açılıp, üzerinde ağaç, tarla, yol, ev ne varsa yutuvermesi mümkün!
Bu şekilde birden meydana gelen devasa çöküntülere “obruk” deniyor.
Obruk dehşeti, özellikle Konya Ovasını tehdit ediyor. Hemen her ay, hatta bazen ayda iki-üç kez meydana gelen çöküntüler, yeryüzünde derin çukurlar oluşturuyor.
Obrukların en çok ortaya çıktığı yer Cihanbeyli.
Bilim adamları 2021 yılı itibarıyla Konya Kapalı Havzası’nda 1080 civarında obruk tespit ettiklerini ve bu sayının giderek artacağını söylüyorlar.
Obruklar insanı hem hayrete hem dehşete düşüren jeolojik oluşumlar. Karstik araziler denilen, kireç taşı, tuz, jips (alçı taşı) gibi suyu gördüğünde kolay eriyebilen minerallerin kaya yapısını belirlediği yerlerde ortaya çıkıyorlar.
Konya’da her yıl ortaya çıkan yeni obrukların sayısı yirmiye varıyor.
Bu neden oluyor sorusuna jeologlar “bilinçsiz sulama yüzünden” diye cevap veriyorlar.
Türkiye’nin tahıl ambarı diye bellediğimiz Konya Ovası çok yağmur alan bir bölge değil. Son yıllarda kendini giderek daha çok hissettiren küresel ısınma ile birlikte kuraklık tehdidi yükseliyor.
Gökte aradıkları (ama bulamadıkları) suyu yerde bulmayı kafalarına koyan çiftçiler, 100-150 metre derine inen sondaj kuyuları açıp yeraltı sularına ulaşıyorlar. Güçlü motorlarla çok derinlerden çekip çıkardıkları yer altı sularını, fazla para kazandırmayan arpa, buğday yerine, şeker pancarı, mısır gibi iyi kazandıran ama büyümek için de çok fazla suya ihtiyaç duyan zirai ürünleri yetiştirmek için kullanıyorlar.
Yer altından çekilen suların yerinde boşluklar oluşurken, kolayca eriyen minarellerden oluşan satıhtaki topraklar da su görünce kısım kısım çökerek obruklar oluşturmaya başlıyor.
***
Obrukların ortaya çıkış hikayesi Tolkien’in, Yüzüklerin Efendisi romanında yüzük kardeşliğinin mensuplarından cüce Glöin’e söylettiği şu sözleri çağrıştırıyor:
"Halkımızın üzerine, bir huzursuzluk gölgesi düşeli çok yıllar oluyor. Bunun nereden geldiğini ilk başta fark edemedik. Kıyıda köşede fısıldaşmalar başladı: Bizim dar bir yere sıkışıp kaldığımız, daha geniş bir dünyada daha büyük zenginlikler ve ihtişam bulacağımız söyleniyordu.
Bazıları kendi dilimizde Khazaddûm dediğimiz, dedelerimizin muazzam eseri Moria'dan söz ediyordu; artık nihayet oraya dönmek için yeterince güce ve nüfusa sahip olduğumuzu söylüyorlardı. Ah Moria! Moria! Kuzey dünyasının Harikası! Haddinden fazla derinlere kadar kazıp, isimsiz korkuyu uyandırmıştık orada.”
Açgözlülük yüzünden haddi aşan, daha çok kazanmak ihtirasıyla, asla inilmemesi gereken derinliklerdeki karanlık labirentlere girerek kendi felaketini hazırlayan cücelerin meseli, dünya hırsıyla, meşru yollardan kazandığı parayı yetersiz bulup gayrimeşru yollara tenezzül eden insanımızın halini getiriyor aklımıza.
Kendisine ve yakın çevresine daha lüks bir hayat sağlamak için rüşvetle iş yapan memurların, kamu imkanlarını şahsi işleri için kullanan, irtikapla zenginleşen bürokratların, elde ettiği siyasi gücü istismar ederek kendisine ve çevresine haksız kazanç sağlayan siyasetçilerin, ticaretinde avantaj sağlamak için her türden kirli ilişkiye girmekten imtina etmeyen müteahhitlerin, tüccarların vicdanlarında da korkunç çöküntüler, derin obruklar oluşuyor.
Vicdanlarına açılan bu derin yarıklar, bu dipsiz kuyular, onlara hırsla arzuladıkları maddi avantajları sağlamakla birlikte, karanlık bir girdap misali, hayatta “iyi”, “güzel”, “doğru”, “düzgün” ne varsa yutmaya başlıyor.
Bencil çıkarlarını gözetmek için vicdani, ahlaki dizginlerinden kurtulmuş , vicdanlarında koca obruklarla yaşamaya başlamış insanların bir toplumsal düzeni sürdürmeleri mümkün değil.
Çünkü vicdanlarda oluşan derin boşluklar, toplumsal sözleşmenin de zeminini çürütüyor.
Nasıl Konya ovasında obrukların oluşumunu engellemek için gereken adımları atamıyorsak vicdanlarımızda oluşan obruklara karşı da harekete geçemiyoruz.
Bu ataletin faturası oldukça ağır olacak gibi görünüyor.