Terazinin kaçan topuzu

İnsan sosyal bir varlık.

Hayatta önemli ve kıymetli saydığımız şeylerin neredeyse tamamı, başka insanlarla etkileşime girdiğimizde mânâ kazanır.

Uğrunda yaşadığımız, uğrunda savaşıp öldüğümüz iktidar, para, devlet, millet, vatan, özgürlük, aile, ahlak, namus, haysiyet, çıkar, haset gibi kavramların içi, başka insanların yokluğunda boşalıverir.

Tek başınıza kimselerin bilmediği ıssız bir adaya düştüğünüzü hayal edin. Kurtulma ümidiniz olmasın.

Kesinlikle yapayalnız yaşayıp öleceğinizi bilirken milliyetçi yahut vatansever olabilir misiniz?

Bir namus yahut haysiyet davanız olabilir mi?

Yaptıklarınızı değerlendirecek kimseler yokken “ahlaksızlık” yapabilir misiniz?

Yapamazsınız.

İçinde yaşadığımız toplumun sınırları, oyunun kuralları gibidir.

Birlikte yaşayabilmenin kuralları olmak zorundadır. Kural olmazsa oyun da olmaz.

O kurallar yapabileceklerimizi sınırlarken aynı zamanda hayatımızı anlamlandıran çerçeveyi ortaya çıkartır.

Durkheim, insan tutkularının, ancak yine insanların genel olarak saygı duyup uyduğu bir güç ile sınırlanabileceğini söyler.

Ona göre modernlik öncesi toplumlarda bu güç, bireylerin dini inançlarıdır.

Modern dönemde insanların dini inançlarının zayıflamasının toplumu bir “anomiye” yani kuralsızlığa sürüklediğini söyleyen Durkheim, ahlaki çöküşü durduracak çözümü, meslek organizasyonlarının ahlaki kontrolü üstlenmesinde bulur.

Modern toplumda birlikte yaşama kurallarını, dini yapılar yerine meslek sahipleri belirleyecektir.

Burada dikkat çeken “yapıyı” belirleyenin her halükârda fertler olmasıdır.

Yapıların fertleri şekillendirmesine karşı mücadelelerle doludur Batı’nın yakın tarihi.

Mesela zencilerin ya da kadınların eşit muamele görmek için giriştiği tüm mücadeleler “yapının” belirlediği sınırları kabul etmeyen fertlerin bu sınırları yeniden tanımlama girişimleri olarak görülebilir.

Toplumsallığın hep çok ağır bastığı ülkemizde vaziyet oldukça farklı.

Fertlerin belirlediği bir toplumsal yapıdan ziyade, toplumsal yapının şekillendirdiği fertlerden bahsedilebilir bizde.

Fert hem hukuki hem iktisadi manada o kadar savunmasız, o kadar güçsüz ki...

İnsanlar sanki özgün fikirleri varmış gibi kendilerini kandırıyor, aslında ait hissettikleri sosyal yapıların, cemaatlerin, tarikatların, derneklerin, siyasi partilerin görüşlerini tekrarlıyorlar.

Bireysel ahlaki itirazlara, topluma karşı duruşlara neredeyse hiç rastlanmıyor.

Sürüden ayrılmayı, akıntının tersine gitmeyi, farklı olmayı kimse aklının ucundan bile geçirmiyor.

Toplumsallık-Bireysellik terazisinin toplumsallık kefesi neredeyse tamamen çökmüş durumda.

Bunun çok vahim neticeleri var.

Birçok sosyal değişim safhasını aynı anda yaşadığı için anomi sancıları katlanan toplumun fertleri, yabancılaşmanın her türünü en kuvvetli şekilde tecrübe ediyorlar.

Üretim süreçlerine dilediği şekilde dahil olamamak, kendi başına bir kıymet taşımamak, hiçbir şeyde söz hakkı olmadığını bilmek, toplumun sıradan, her an ikame edilebilir bir bireyi olmak insanımızı kendi varlığına bile yabancılaştırıyor.

Öğretmen, yanlışlıklarla dolu müfredata müdahale edemiyor.

Doktor, sağlık politikalarını yönlendirecek bir katkı veremiyor.

Müfettiş, kurumları, kişileri gerçek anlamıyla teftiş edemiyor.

Fırıncı, ekmeği nasıl yapacağını, kaç liradan satacağını kendi belirleyemiyor.

Polis, gözünün önünde işlenen cinayeti yahut hırsızlığı durdurmak için inisiyatif alamıyor.

Kimseler “toplumsal yapıları” değiştirebileceğine inanmıyor.

Çoğu kimse kendini hiçbir şekilde kontrol edemediği, katkı sağlayamadığı hatta anlayamadığı bir hayatın sert rüzgarlarında çaresizce sürüklenen bir kuru yaprak gibi hissediyor.

Bu da insanları yapıp ettiklerinin sorumluluklarını almamaya itiyor.

Katiller bile cinayetlerinin sorumlusu görmüyorlar kendilerini.

Emine Bulut’un katilinin zavallı kadını hunharca öldürdükten sonra “beni katil ettin” diye bağırması tesadüf değildi.

Hapishanelerimiz kendilerini, “kader kurbanı”, “arkadaş kurbanı”, “töre kurbanı”, “oyuna getirilmiş”, “kandırılmış” diye tanımlayan, hatalarının sorumluluğunu almayı reddeden mahkûmlarla dolu.

Bu teraziye biraz denge lazım değil mi?

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum