Özelleştirme şeytani bir şey mi?
Neoliberalizmin öncü uygulamalarından biri olan özelleştirme, elektrik, su, ulaşım ve sağlık gibi temel kamu hizmetlerinin devletin tekelinden çıkarılarak özel sektöre devredilmesini öngörür.
Bu tercihin arkasındaki gerekçe son derece basittir: Gerçek bir rekabetin olmadığı yerde atalet, hantallık, verimsizlik kaçınılmaz hale gelir.
Eğer rekabete açılabilecek bir işin sizden başka hiç kimse tarafından yapılmasına izin verilmiyorsa, üstüne üstlük o işi doğru, hızlı, verimli şekilde yaptığınızda hiçbir ödül almayıp, yapamadığınızda hiçbir zarar görmeyecekseniz, ister istemez yaptığınız işin kalitesi düşer.
Biraz idealist ve gayretli memurların şevkini kırmak için alaycı bir tonda söylenen “Madalya mı takacaklar?” sorusu meşhurdur.
Görevinde üstün performans gösterdiği için maaşı iki katına çıkarılan memur nadirdir.
Görevini hakkıyla yapmadığı için memuriyetten atılana da rastlamak zordur.
Özelleştirmeden murat edilen, bu temel hizmetleri birbiriyle kıyasıya rekabet edecek özel sektör şirketlerine devrederken hem hizmet kalitesini arttırmak hem de fiyatları düşürmektir.
İnsanların çok sayıda hizmet sağlayıcı arasından dilediklerini seçme ve sundukları hizmetin fiyatını ya da kalitesini beğenmedikleri zaman da fikirlerini değiştirip başka firmaya geçme özgürlüğüne sahip olması, tüm toplum için hayırlı neticeler üretir.
Telefon hizmetinin devlet tarafından sağlandığı yıllarda evimize telefon bağlatmak için bir devlet dairesine dilekçe verip yıllarca beklememiz gerekirdi.
Bu süreyi kısaltmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Yavaş ve verimsiz çalışan devleti kendi kendisine şikayet edip bir netice beklemek anlamsızdı.
Bugün yeni bir telefon hattı açtırmak için bu hizmeti veren şirketlerden herhangi birine başvurduğumuzda yeni hattımızı kullanmaya başlamamız en fazla bir-iki gün sürüyor.
Eğer hattımızın kalitesini beğenmezsek ya da başka türlü bir sorun yaşar da o sorunu çözmek için harekete geçersek derhal muhatap buluyoruz.
GSM operatörlerinin müşteri memnuniyeti için istihdam ettiği çağrı merkezi çalışanları dikkatle şikayetlerimizi dinleyip çözüm arıyor, şirketlerini bırakmamamız için bize diller döküyor, nazımızla oynuyor, bir takım indirimler ya da promosyonlar yaparak gönlümüzü hoş tutmaya çalışıyorlar.
Sanırım bugün artık kimse telekom hizmetlerinin tekrar sadece kamu tarafından yürütüldüğü o karanlık günlere dönmek istemez.
Ama eminim, haklı olarak özelleştirmenin genelde tarif ettiğim gibi parlak neticeler vermediğine, hatta telekom özelleştirmesinin bile kamuyu zarara uğrattığına dikkat çekecek okurlarım çıkacaktır.
Özelleştirmenin, ülkemizdeki pek çok örnekte maalesef kamu yararından çok, özel çıkarlara hizmet ettiğini inkâr edemeyiz.
Serbest piyasanın kâr odaklı yaklaşımının, toplumsal faydayı gözetmek şöyle dursun, eşitsizliği ve mağduriyeti artırdığını da...
Bu çelişik durumlar eksik, yanlış, kötü niyetli özelleştirme uygulamalarından kaynaklanıyor.
Özelleştirmeye bakışımızın temelinde insanın tabiatına dair varsayımlarımız yatıyor.
Özelleştirmenin son tahlilde toplumun aleyhine olduğunu düşünenlerin kafasındaki “devlet”, kendisini meydana getiren bireylerin insani kusurlarından epeyce arınmış bir yapı.
Bu insanlar, devletin dümenine geçen siyasetçi ve bürokratların elde ettikleri tekel gücünü istismar etmeyeceklerini, “halka hizmet hakka hizmettir” düsturuyla, gece gündüz çalışacaklarını, kendi kişisel çıkarlarını tamamen unutacaklarını, bunu yapmadıklarında da yine devletin denetim mekanizmalarının devreye girip onları cezalandıracağını varsayıyorlar.
Öteki türlü düşünenler ise, devlette ya da özel sektörde tüm insanların her daim bencil çıkarları peşinde koşacaklarını peşinen kabul ediyor ama bu negatif enerjinin, serbest rekabet ortamında toplumun lehine sonuçlar üretmek üzere kullanılabileceğine inanıyorlar.
Özelleştirme, elbette tüm dertlere deva değil; ancak doğru sektörlerde, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri gözetilerek, gerçek rekabet ortamı sağlanarak yapıldığında etkili ve herkes için faydalı neticeler üretebiliyor.