Matrix Geliyor: Yalanlardan yalan beğenin
Matrix serisinin dördüncü filmi yarın vizyona giriyor.
Serinin ilk filmi, sinemaseverlerin aklını başından almış, “mermi zamanı” gibi daha önce hiç görülmemiş çekim teknikleri, müthiş aksiyon sahneleri, sürükleyici senaryosu sayesinde, kısa zamanda sinema klasikleri arasında yerini almıştı.
Matrix’in popülaritesi, sadece eğlence dünyasıyla sınırlı kalmamış, dünyanın dört bir yanından entelektüeller de bu “derin” film üzerinde uzun uzun tartışmışlardı.
Filmin hemen başlarında, kahramanın elinde görülen “Simulacra and Simulation” (ya da daha sonra Türkçe’ye tercüme edildiği adıyla “Simülakrlar ve Simülasyon”) kitabı, ünlü Fransız sosyolog Jean Baudrillard’a aitti.
Modernitenin katı deterministik yaklaşımlarını ve “gerçekliğin tabiatını” sorgulayan post modern düşüncenin önemli filozoflarından Baudrillard bu kitabında, insanların hakikatin yerini alan bir kurguda yaşadıklarını, başlangıçta bir hakikate işaret eden sembollerin zaman içinde işaret ettikleri (ve artık mevcut bile olmayan) hakikatlerin yerini aldığını anlatıyordu.
Kabaca “aslında zihinlerimizin ürettiği kurguların ötesinde bir hakikat yok” şeklinde özetlenebilecek görüş, son kırk yılda hızla yaygınlık kazandı.
Hakikat diye bir şey yoktu, neye inanırsak hakikat o oluyordu.
Güzel ya da çirkin diye bir şey yoktu. Gönül kimi severse güzel o oluyordu.
Doğru ya da yanlış diye bir şey yoktu. O an neyin doğru olduğuna inanılıyorsa doğru o oluyordu.
Bütün mesele yeterince “inandırıcı” bir alternatif gerçeklik yaratabilmekteydi.
Hani çok güzel, çok şaşırtıcı, çok farklı bir şey gördüğümüzde takdir etmek için “bu gerçek olamaz” deriz ya, işte belki de o espriden hareketle yapılmış “Unreal Engine” isimli bir bilgisayar oyunu motoru var.
Oyunları programlarken kullanılan araçları, alt programları, kütüphaneleri, fonksiyonları içeren geliştirme platformlarına “oyun motoru” deniliyor.
“Unreal” ise “gerçek olmayan” demek.
“Gerçekten ayırt edilmesi neredeyse imkânsız” oyun grafikleri üretmeyi hedefleyen Unreal Engine’in geliştiricisi ve sahibi Epic Games firması, yeni çıkarttığı “Matrix Awakens” (matrix uyanıyor) isimli oyun için bir tanıtım videosu çektirdi.
Videoda Matrix filminin yıldızları Keanu Reeves ve Carrie-Anne Moss oynuyordu.
Sonra –hayretle- öğrendik ki videoda seyrettiğimiz oyuncular aslında sadece üç boyutlu dijital karakterlermiş. “Gerçek” değillermiş!
Artık beş duyumuzdan en azından birisinin (görme duyumuzun) sahtesiyle gerçeğini kolayca ayırt edemeyeceği alternatif bir “hakikatin” yaratılabildiği bir safhadayız.
Firmanın gerçek (?) oyuncularla gerçekleştirdiği röportajda Keanu Reeves garip bir anektod aktarıyor:
Reeves, bir yönetmen arkadaşının evinde yemeğe davet edilmiş. Yönetmenin küçük çocukları Matrix filmlerini hiç görmemişler. Yönetmen, ondan çocuklara filmin konusunu anlatmasını rica etmiş. O da filmde, sanal bir dünyada yaşayan ve yaşadığı “yalan dünyanın” dışında “gerçek bir dünya” olduğunu keşfeden bir karakteri canlandırdığını anlatmış. Filmin, insanın “ne gerçektir ne değildir” sorgulamasına girişmesi, hakikatin peşine düşmesi hakkında olduğunu söylemiş.
Yönetmenin on üç yaşındaki kızı “neden” diye sormuş.
Reeves “yaşadıklarının gerçek olup olmaması umurunda değil mi” diye sormuş.
Kız, “hayır… gerçek olup olmaması kimin umurunda” diye cevap vermiş!
Bu cevap, jenerasyonlar arasında çok önemli bir kopuşu işaret ediyor.
Belki de bir süre sonra “hakikati bilmek”, “hakikati aramak” arkaik ve anlamsız bir çaba, romantik bir fantezi olarak anılacak.
Aynı röportajda Carrie-Anne Moss, kendisini mutfak masasında otururken, sanal gerçeklik hakkında endişelerini dile getirip ağlayan bir anne gibi hissettiğini söylüyor. Röportajcı, “sanal gerçeklikte bir masada oturabileceksiniz” dediğinde şöyle cevap veriyor:
“Ama ya artık o masanın gerçek olup olmadığını bilemiyorsam?..”
Anlaşılan “yalan dünyanın” üzeri yeni yalan katmanlarıyla kaplanacak.
En inandırıcı gelen hikâyede kendimizi kaybedip, yaşadıklarımızı “gerçek” sanacağız.
Gönüllüce kanmak için kendimize yalanlardan bir yalan beğeneceğiz.