Komplo teorilerinin mantıksal temelleri
Doğru düşünmenin prensiplerini ve kurallarını inceleyen mantık ilminin temel amacı, bize geçerli argümanları geçersizlerinden ayırt etmemizi sağlayacak araçlar sunmak.
Klasik mantıkta en temel akıl yürütme yöntemlerinden ikisi, “tümdengelim” ve “tümevarım” olarak isimlendiriliyor.
Tümdengelimli akıl yürütme, genel bir kuraldan özel bir sonuca ulaşmak için kullanılıyor. Bu yöntemde, eğer öncüller doğruysa, sonucun mutlaka doğru olduğu kabul ediliyor.
Antik Yunan’da yaşamış büyük filozoflar olan Sokrates, Sokrates’in öğrencisi Platon ve Platon’un öğrencisi Aristo tümdengelimsel mantığın kurucuları.
Kadim medeniyetlerde tümdengelim, en çok tercih edilen akıl yürütme metodu olmuş.
Ortaçağ Avrupa’sında ve İslam dünyasında Aristo mantığı, skolastik düşüncenin temel taşlarından biri haline gelmiş, ilahiyatçılar, dini metinleri yorumlamak ve teolojik dogmaları mantıksal argümanlarla desteklemek için tümdengelimsel mantığa müracaat etmişler.
Daha önceki yazılarımda kolektivist zihin kalıplarıyla, “komplo teorilerine inanma potansiyeli” arasında bir ilişki olduğunu ileri sürmüştüm.
Kolektivist zihin kalıplarının, benzer şekilde tümdengelimli akıl yürütme yöntemleriyle de yakın bir alakasının olduğunu düşünüyorum.
Hayata bireyden ziyade cemaat perspektifinden bakan, toplumu (yani bütünü), birey (parça) karşısında önceleyen zihniyet kalıbının tümdengelim yöntemini benimsemesi sürpriz değil!
Toplumu, toplumsal düzeni, birlikte hareket etmeyi, uyumu, bir cemaat olarak var olmayı merkezine alan dini inançlar çerçevesinde üretilmiş hemen her argümanın tümdengelimli mantığa dayanması da aynı şekilde beklenen bir şey.
Tümdengelimde, önce bütüne dair bir kuralın kesinliği, mutlaklığı doğru varsayılıp, sonra o “mutlak hakikati” rasyonalize edecek örnekler bulunuyor, zuhur eden münferit gelişmelerde, başta varsayılan mutlak bütüncül hakikatin yansımaları aranıyor.
Yani, tümdengelimde önce “tümü” kesin ve doğru şekilde bilip, parçalara o bilginin ışığında ulaşmak söz konusu.
Mesela neyin doğru neyin yanlış, neyin güzel neyin çirkin, neyin iyi neyin kötü, neyin rahmani neyin şeytani olduğu gibi bütüncül hakikatlerin baştan bilinebileceği, hayatta karşılaşılabilecek her şeyin o bilgiler ışığında açıklanabileceği varsayılıyor...
Tabi böylesi zaman ve mekan üstü, mutlak bilgilere insanın kendi kabiliyetleriyle sahip olması söz konusu değil.
Ama eğer o bilgileri, her şeyi gelmişi, geçmişi ve geleceği ile en ince detayına kadar bilen Tanrı’dan almak için, güvenilir bir iletişim kanalına sahip olduğunuza inanınca iş değişiyor!
O yüzden dini diskurlar tümdengelimli akıl yürütme yöntemini kullanıyor.
Pre-modern medeniyetlerin genel olarak parçadan bütüne gitmek yerine bütünden hareketle parçaları tarif etmeye çalıştıklarını söylemiştim.
Tümevarım yönteminin kullanımının, dinin etkisinin azaldığı, kilisenin asırlarca doğru kabul edilen argümanlarının sorgulanmaya başlandığı aydınlanma döneminden sonra artması bir tesadüf değil.
Modern zamanların gözde akıl yürütme yöntemi olan tümevarımda, gözlemlenen özel durumlardan, yani “parçalardan” hareketle genel bir kural oluşturmaya çalışılıyor.
Ama gözlemlenen parçaların sayısı ne kadar çok olursa olsun, bu yöntemle varılan neticeler “kesin” sayılmıyor.
Bir olguyu açıklamak için tekerrür eden bir desen arayan modern bilim insanları, araştırmalarını tümevarımlı akıl yürütme yöntemleri ile kurguluyorlar.
Bütünden parçaya gitme yaklaşımı terk edilince komplo teorileri zayıflıyor, anlamsızlaşıyor.
Çünkü gözlemlenebilir tekil hadiselerden hareket edince sebep sonuç ilişkisi ve hayatın teşekkülünde “tesadüfün” geniş rolü daha çok öne çıkıyor.
Yaşananların, büyük güçler, illuminati, tapınak şövalyeleri, satanistler vs. öyle planladığı için değil, kelebeğin biri kanadını beklenmedik bir anda çırpıverdiği için belli şekilde geliştiğini söylemek daha makul gelmeye başlıyor.
Tümevarım yapan bir aklın teleolojik çıkarımlar yapması çok zor.
Peki tümevarımlı akıl yürütme dertlerimizi çözdü mü?
Onun cevabını da bir sonraki yazıda arayalım!