İncinmiş milli hisler ve anomi
Tarih tekerrürden ibarettir demişler.
Amerikalı sosyolog Talcott Parsons ’un “Essays in Sociological Theory” kitabında, Almanya’da Nazi dönemini hazırlayan sosyal ortama dair yazdıkları, bugün yaşadıklarımıza yaklaşık yetmiş sene öncesinden ışık tutuyor.
Parsons, Hitler Almanya’sında ırkçı, faşist, anti demokratik anlayışın yaygın karşılık bulmasının en önemli nedenlerinden birinin, birinci dünya savaşında itilaf devletleri karşısında mağlup olma travmasını atlatamayan Almanların incinmiş milli hisleri olduğunu söylüyor.
Birinci dünya savaşının galiplerinden olan İngiltere, Fransa ya da ABD ’nin yurttaşları, toplumsal birlikteliklerin temellerini büyük oranda on sekizinci yüzyıl aydınlanmasından devşirilen rasyonalite, hümanizm, özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik, bireysel haklar gibi değerlerde buluyorlar.
Buna karşılık Hitler dönemi öncesinin Almanya'sında aynı temel değerler, düşmanların siyasi sembolleri, yenilmiş ve aşağılanmış Almanlara galipler tarafından acımasızca dayatılan ve onları daha çok zayıflatmaktan başka bir amacı olmayan “zehirli” değerler olarak algılanıyor.
İngiliz, Fransız ya da Amerikalıların “milli hisleri” , toplumsal bütünleşmeye katkı sağlarken Almanların “milli hisleri” tam aksi yönde fonksiyon görüyor.
Ülkemiz için de benzer bir toplumsal psikoloji söz konusu.
“Bizi” hezimete uğratan düşmanımız olarak gördüğümüz, “emperyalist” diye kodlayıp bir nefret objesine dönüştürdüğümüz Batı ile beraber, tamamen Batıya ait saydığımız modernleşme, rasyonalite, hukukun üstünlüğü, laiklik gibi değerlere de düşman oluveriyoruz.
Bu değerleri evrensel değerler olarak benimsemek milli gururumuza dokunuyor.
Güncel muadillerini üretemeyince, bir zamanlar bu “çürük” değerlerden çok daha üstünlerine sahip olduğumuza ve Batının aslımıza dönüp ayağa kalkamamamız için karanlık oyunlarıyla bizi o değerlerden uzaklaştırdığına dair bir masal üretiyoruz.
Eğer “mankurtlaşmış” zihinlerin vesayetinden kurtulup “muhteşem mazimize kanatlanırsak” bugün yaşadığımız zilletten kurtulacağımıza inandırıyoruz kendimizi.
Fakat bir bakıyoruz ki elimizi attığımızda hemen bulacağımızı sandığımız o kadim değerlerin yerinde yeller esiyor!
Kadim değerlerimizi tekrar keşfedip suni teneffüsle diriltmeyi başarsak bile artık o değerlerin bugünün dünyasında toplumsal bütünleşmemizi sağlamaya yetmediğini görüyoruz.
İşte o zaman piyasaya anomi çıkıyor.
Eski ya da yeni hiçbir toplumsal değerin benimsenip içselleştirilemediği derin bir buhran!..
Parsons, toplumu bir arada tutan tutkal vazifesini gören değerlerin yokluğunda sosyal bütünleşmenin çöktüğünü ve sosyal yapılarda gerçekleşen her türlü alışverişte ahlaki yükümlülük hissinin ve “kolektif şuurun” ortadan kalktığını söylüyor.
Sözleşmeye dayalı ilişkileri koruyan asıl güç olan “ değerlere ve normlara dayalı sözleşmesiz garantiler”, anomi dönemlerinde kolektif şuurla beraber eriyip yok oluyor.
Bu hal, önce kaba kuvvetin , sonra sahtekârlığın karakterini belirlediği bir kaosa, kuralsızlığa ve kimsenin kimseden emin olamadığı dehşet verici bir distopyaya zemin hazırlıyor.
Çünkü anomik toplumlarda yegane kural, çıkarlara göre hareket etmek oluyor.
“İçselleştirilmiş ortak değerlerin” anlamlarını ve ağırlıklarını yitirdikleri bir ortamda sözleşmelerin içeriğini, şartlarını ve geçerliliğini, kaba kuvvet belirler hale geliyor.
Kaba kuvveti olmayanlar ise, artık bir mesuliyet hissetmedikleri toplum karşısında çıkarlarını koruyabilmek için yalana, hileye, torpile, dolandırıcılığa yöneliyorlar.
Bir toplum olarak var olmaya devam edebilmemiz için birlikteliğimizi hangi ortak toplumsal değerler temelinde yükselteceğimize karar vermemiz gerekiyor.
Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, vatandaşların hukuk karşısında eşitliği, hesap verebilirlik, laiklik gibi değerleri, sadece Batı’nın değil tüm insanlığının ortak kazanımları ve toplumumuzun harcı olarak kabul edip kucaklayamazsak, “düşmanlarımızın” parmaklarını bile oynatmasına lüzum kalmadan, yıkıcı ve neticesiz iç çekişmelerimizle kendi kendimizi tüketip tarih sahnesinden çekileceğiz.