Fransa’da neler oluyor?
Fransa’daki protestoların sebeplerine, protestocuların profil ve isteklerine, politikacıların ve güvenlik güçlerinin tepkilerine dair edinebildiğimiz bilgilerden pek de net bir tablo çıkarabildiğimiz söylenemez.
Protestoların odağında “gilets jaunes” yani “sarı yelekler” adı verilen göstericiler var. Bunların, dizel yakıt fiyatlarına yapılan zamların sebebi olarak gördükleri vergileri protesto etmek için sosyal medya üzerinde organize olup sokağa dökülen, sıradan, orta sınıf Fransız vatandaşları olduğu söyleniyor.
Sarı yelekler Fransa’da kanun gereği her araçta bulunması zorunlu olan fosforlu yelekler. Yani meselenin çıkış noktası olarak gösterilen araç yakıtı zamlarıyla sembolik bir ilişkisi var bu yeleklerin.
İşin garip tarafı, akaryakıt vergilerine yapılan zamların, özellikle dizel motorların sebep olduğu karbon emisyonunu azaltmak için alınmış “çevreci” bir karar olduğunu, sarı yeleklilerin bizdeki Gezi Parkı protestocularının tam aksine “başlatmayın çevreci hassasiyetlerinize, zamları derhal geri alın” demek için sokaklarda olduklarını işitiyoruz.
Protestocuların hedefindeki Fransız hükumeti, bahse konu düzenlemeleri durdurma kararı aldığı halde eylemler bitmiyor. Protestocuların öfkesinin sadece yakıt zamlarına yönelik olmadığını, hayat pahalılığı ve işsizliği önleyemeyen hükumetin onların ellerinden öyle kolayca kurtulamayacağını okuyoruz.
Meseleyi biraz daha dikkatle mercek altına alınca çok daha ilginç bir şeyi fark ediyoruz: Protestocular içinde neredeyse hiç Arap, Türk, Müslüman, Yahudi yok! Hatta zenci yok! Halbuki altmış yedi milyonluk Fransa’nın nüfusunun en az yüzde on beşini Fransız kökenli olmayan (çoğu Kuzey Afrikalı) etnik gruplar oluşturuyor. Sekiz yüz bin Türk var. Nüfusun neredeyse yüzde 9’u Müslüman! ve bunlar işsizliğin ve fakirliğin en çok vurduğu kesimler.
Daha önce işsiz ve fakirlerin kendilerine yer bulamadıkları bir işsizlik ve fakirlik protestosu görmüş müydünüz? Ya da radikalleşmiş, eğitimsiz, işsiz, toplumdan dışlanmış, bunalmış, gettolarda her türlü suça bulaşmış gençlerin böyle bir zamanda birden kabuklarına çekildiğini?
***
Bu işte bir gariplik var.
Garipliğin (nedense pek dile getirilmeyen) sebebi, sokakları işgal eden kalabalığın aşırı sağcı, milliyetçi, hatta ırkçılardan müteşekkil olması.
Görgü tanıkları, Fransa protestolarında yabancı düşmanı, ırkçı ve İslamofobik sloganların atıldığından bahsediyor. Bölgeden gelen her habere şüpheyle, ihtiyat payı bırakarak yaklaşmak lazım ama bir Müslüman kadını durdurup başını açmaya zorlayan protestocuların sarı yeleklerini kadının başına geçirip maymun sesleri çıkartarak dalga geçtikleri, durdurdukları bir kamyonun arkasına gizlenmiş kaçak Afrikalı göçmenleri polise teslim ettikleri, eşcinsel olduğunu düşündükleri kimseleri yollara kurdukları barikatlarda durdurdukları, aşağılayıp, alay ettikleri yazılıp çiziliyor.
Sadece siyasetçiler ve gazeteciler değil bilim dünyası da manzara karşısında son derece şaşkın. Sosyologlar protestoları anlamlandırmakta güçlük yaşıyor. Sokaktaki kalabalığın sınıf bilinciyle ya da ideolojik saiklerle hareket etmediği ortada.
Fransa’nın “devrimci mazisine” bakarak, Fransa’da doğup dünyayı saracak, 1789 ihtilali misali yeni bir devrimin fitilinin yakıldığını sananlar da yanılıyor.
Burada gözden kaçan, yeterince dikkate alınmayan unsur: Sosyal medya....
Renkli devrimlerin, Arap Baharı’nın, Gezi olaylarının hepsindeki ortak organizasyon zemini nedense “bir olağan şüpheli olarak” hak ettiği ilgiyi görmüyor.
Önceki yazımda iyi organize olmuş, ne yaptığını bilen küçük bir grubun bilinçsiz kitleleri nasıl maniple edebileceğini bir örnek üzerinden anlatmıştım. Bugün sosyal medya, yeni nesil “agent provocateur”lara inanılmaz teknolojik imkânlar sunuyor.
Dijital devrim kitleleri hazırlıksız yakaladı. Kitlesel manipülasyonlar hiç olmadığı kadar kolaylaştı.
Gelişmiş, sanayileşmiş bir ülke olduğu halde dijital sıçramayı yakalayamayan Fransa için bile bu böyle.
Bu hadiselerin hepsinde kesif bir “mühendislik” kokusu var.
O kokuyu takip etmeye devam edeceğiz.