Eşitsizliğin gölgesinde hür irade
Isaiah Berlin negatif özgürlüğü, “dış müdahalelerden özgürlük”, pozitif özgürlüğü kişinin “kendi iradesiyle hareket etme özgürlüğü” olarak tanımlar.
Aynı şeyin farklı kelimelerle ifadesi gibi görünse de, bu iki tanım arasında mühim bir fark vardır.
Negatif özgürlük sahibi olan kişi “kimsenin kölesi değilim” diyen kişiyken, pozitif özgürlük sahibi olan kişi “kendi kendimin efendisiyim” diyen kişidir.
Negatif özgürlük bireyin kimsenin kendisine müdahale etmediği belirli bir alan içinde faaliyet gösterebilmesidir; pozitif özgürlük ise kimin müdahale edip etmediğine bakmaksızın bireyin hedeflerine ulaşabilme yeteneğidir.
Somutlaştırmak için örnekler verelim.
ABD’de kölelik kaldırıldığında negatif özgürlük sağlanmış oldu. Ama artık onlara ne yapacaklarını dayatan efendilerinin olmaması, bu kölelerin hürriyetlerine kavuştukları anlamına gelmiyordu! Çünkü efendilerinin alenen taktığı prangalardan kurtulan insanların bileklerinde ilk bakışta görülmeyen başka prangalar duruyordu: Kendi arzularını gerçekleştirmek için imkanları yoktu! Evsiz, parasız, işsiz ve eğitimsizdiler. Elbette hür insanlar olarak köleyken yaptıkları işleri para karşılığı yapmaya talip olabilirlerdi ama eski efendileriyle aralarında bu eşitsizlik sürdükçe özgürlük yolunda gerçek bir mesafe almaları zordu.
Bir başka örnek The Matrix filminden: Matrix’in ajanları kahramanımız Neo’yu yakalayıp sorgulama için bir karakola götürürler ve kendileriyle işbirliği yapması için tehdit ederler. Kendi kaderini başkalarının belirlemesi fikrinden nefret eden Neo onlara kendisini bu “Gestapo ayakları” ile korkutamayacaklarını, haklarını bildiğini, derhal telefon etme hakkını vermelerini söyler. Ajan ona şöyle cevap verir: “Söyle bana eğer konuşma imkanın yoksa telefon etme hakkı ne işe yarar?” Ve o anda Neo’nun ağzının, dudaklarının yüzünden silindiğini görürüz. Ağzı olmayan, sesini çıkaramayan, konuşamayan birine konuşma özgürlüğü vermenin bir anlamı yoktur!
Bir ülkenin vatandaşlarının barınma, karınlarını doyurma, sağlık ve eğitim hizmetleri gibi temel hizmetlere erişimleri yasak olmayabilir ama bunlara erişmelerinin yegâne yolu zenginlere, güçlülere “kölece” hizmet etmek olanların “özgür” oldukları söylenemez.
İnsanlar dünyaya farklı kabiliyet seviyeleriyle gelmişlerdir.
Herkes hayat yarışına imkânlar açısından aynı noktada başlasa bile, kabiliyetli olanlar kendilerini sınırlayan güçlerin etkisinden kurtulduktan sonra dilediklerince yaşamak için ihtiyaç duydukları imkanlara nispeten kolaylıkla ulaşırlar.
Ama “para edecek” kabiliyetleri olmayanlar bu imkanlardan mahrum kalırlar.
Dünyada sadece diğerlerinden daha zeki, daha güzel, daha atletik, daha gözü kara, daha becerikli olanların özgür olmaya hakkı vardır, geri kalanlar öyle ya da böyle bir esir hayatı sürmeye mahkumdur denilebilir mi?
Marksistler, pozitif özgürlüğün ancak zenginlik ve kaynakların yeniden dağıtılmasıyla uygulanabileceğini savunmuşlardır.
Ama servet sahiplerinin böyle bir değişikliğe var güçleri ile direnecekleri aşikardır.
Gerçek özgürlük, bu direncin şiddet yoluyla kırılıp “herkesten yeteneğine göre alıp herkese ihtiyacına göre” dağıtılacağı bir düzene geçilmesiyle mümkündür diyen Marksistler, başarılı olamamışlardır. Bu yolda yarattıkları fecaatleri görmek için SSCB, Çin, Kamboçya ve Kuzey Kore’de yaşananlara bakmak kâfidir.
Refahın yeniden dağıtımı yerine pozitif özgürlük sahiplerinin önünü açarak, toplumun tüm kesimlerinin istifade edeceği topyekun bir kalkınma öngören liberal kapitalizmin de vaatlerini artık yerine getiremediği görülmektedir.
İşe yarar bir alternatifin yokluğunda, ayrıcalıklı azınlık ile sıradan insanlar arasında giderek derinleşen eşitsizlikler, her geçen gün özgürlüklerin biraz daha fazla kısıtlanmasına, dezavantajlı yığınların biraz daha köleleşmesine yol açmaktadır.
Cevap aranan sorular şunlardır:
İmkanlarının (ya da kabiliyetlerinin) yetersizliği yüzünden görünmez zincirlerle bağlanan insanlar için köle olmak mukadder midir?
Tüm insanların (hem pozitif hem negatif anlamda) özgür olduğu bir dünya mümkün müdür?