Cinsel taciz linçleri konusunda gerçek suçlu kim?
Bir yandan kadim toplumsal baskı mekanizmalarının gevşemesi, diğer yandan teknolojik gelişmelerin insanlara yeni iletişim kanalları açmasıyla, daha önce dile getirilemeyen cinsel taciz iddiaları, ithamları, ifşaları, itirafları bir bir ortaya dökülüyor.
Yetişkin erkeklerin kadınlara, gençlere ve çocuklara yönelik cinsel tacizleri -tabiatıyla- öne çıksa da güç dengelerinin farklı tezahür ettiği yerlerde, güçlü kadınlar da çevrelerindekilere cinsel tacizlerde bulunabiliyorlar.
Bir misal vermek gerekirse, Hz. Yusuf kıssasındaki tacizcinin “köle Yusuf” değil “vezirin karısı” Züleyha olduğunu hatırlatabiliriz.
Yani meseleye, erkek veya kadın fark etmeksizin, “kendilerini bir yönden üstün ya da güçlü pozisyonda görenlerin, zayıf gördükleri kimseleri cinsel yönden istismarı” şeklinde bakmak lazım.
Güçlülerle güçsüzlerin, zenginlerle fakirlerin, amirlerle memurların, hocalarla talebelerin, büyüklerle küçüklerin çeşitli vesilelerle temasları, hayatın birçok alanında bu istenmeyen neticeleri üretiyor.
Siyasi gücün, zenginliğin, kaba kuvvetin adeta kutsandığı, ilkelerin ve kuralların güçlülerce fütursuzca çiğnendiği, “hukukun üstünlüğünün” yerini, “üstünlerin hukukuna” bıraktığı zamanları yaşıyoruz.
Bu günlerde “mustazaflar” yani mazlumlar, “güçlülerin” pervasızlığı, hukuk tanımazlığı karşısında sığınılacak son liman olarak, sosyal medya üzerinde oluşturabilecekleri geniş tabanlı bir tepki dalgasını görüyorlar.
Çünkü o kendilerinde istedikleri her şeyi yapma gücü bulan “iktidar” sahiplerinin gözünü korkutan başka bir şey kalmamış gibi görünüyor.
Haksızlığa uğrayanların ellerinde savunma aracı olarak kal kala bir tek “sosyal medya linci” kalınca bu “silah” orantısızca kullanılmaya başlanıyor.
Bir şekilde tacizle itham edilenler, bahse konu suçu işleyip işlemedikleri tam araştırılmadan yahut kabahatlerinin küçüklüğüne büyüklüğüne bakılmadan doğrudan linç edilip “sosyal ölüm” cezasına çarptırılıyorlar.
Üstelik bu ölçüsüz “cezadan” sadece onlar değil, aileleri ve yakın çevreleri de paylarını alıyor.
Meselenin bir de yaşadığımız “iki katlı anomi” ile ilgili boyutlarından bahsetmemiz lazım.
Taşradaki hayatlarını artlarında bırakarak metropollere çalışmaya ya da üniversite okumaya gelen sayısız insanımız, doğru düzgün teşekkül etmiş şehir hayatı normları olmadığından, yetiştikleri ortamın normları ile harekete mecbur kalıyorlar.
Kırsal hayattan şehir hayatına geçişte öğrenilip benimsenmesi gereken “medeni kodları” maalesef üretemiyoruz.
Şehrin yeni sakinleri olan birçok erkek ve kadın, geldikleri yerdeki yakın akrabalarının ve dostlarının yerini alan “yabancılarla” nasıl oturulur kalkılır, nasıl iletişim kurulur, nasıl mesafe korunur, ne yapmak ayıptır, ne yapmak tehlikelidir, hangi hareket hangi mesajı verir bilemiyor, yaşıtlarıyla, kendilerinden büyüklerle, hocalarıyla, amirleriyle, ünlülerle nasıl temas etmek lazımdır tayin edemiyorlar.
Aynı şey amirler, üniversite hocaları, ünlü sanatçılar, radyocular, televizyoncular için de geçerli. Onlar da çevrelerine toplanan kişilerle kurdukları iletişimin hudutlarına dair temel prensipleri tespit edemiyorlar.
Kırsaldan kente geçiş sürecinin doğurduğu bunca belirsizliğin sebep olduğu problemler yetmezmiş gibi bir de gerçek alemden sanal aleme göçün doğurduğu problemlerle boğuşuyoruz.
İnternette başkalarıyla nasıl iletişim kurulur, ne yazılır, ne yazılmaz, birini takip etmek ya da paylaştıklarını beğenmek ne zaman cinsel taciz olarak algılanabilir, ne tür paylaşımlar cinsel tacize giden yolu açar, muhataplarımıza güvenip paylaştığımız fotoğraflarımız ya da mesajlarımız hedeflediğimiz kişilerden başka kimlerin eline geçebilir, yüzünü görmeden iletişim kurduğumuz kişi gerçekten olduğunu sandığımız kişi değilse ne olur gibi soruların cevaplarını bilemiyoruz.
İşte bu korkunç belirsizlik ortamı sürekli yeni cinsel taciz vakaları üretiyor.
Bu kaosu azaltmanın yolu, önce hukukun üstünlüğünü yeniden sağlamaktan, sonra hem şehrimizin hem sanal gerçekliğimizin “yeni adab-ı muaşeret kurallarını” tespit etmekten geçiyor.