Acaba çok fena yanılıyor olabilir miyim?
Sihirbazlık gösterisi yapanlar, ellerine, ellerinde tuttukları nesneye odaklanmamızı isterler.
Az sonra gözlerimiz önünde gerçekleşecek ve bizi hayretler içinde bırakacak “numarayı” kavramak, illüzyonistin ipliğini pazara çıkarmak için tüm dikkatimizi ellerine veririz.
Gariptir: Sihirbazın ellerine ne kadar odaklanırsak, ne yaptığını anlamaktan o kadar uzaklaşırız.
Çünkü sihirbaz “numarasını”, dikkatimizi yoğunlaştırdığımız yerde değil, sınırlı dikkat kapasitemizi bütünüyle tahsis ederken boş bıraktığımız yerlerde yapar.
İllüzyonistlere dilimizde “gözbağcı” denilmesi boşuna değildir. Gerçekten de bu meslekte işin püf noktası, seyircinin gözünün en iyi gördüğünü sandığı anda bağlanmasıdır.
İllüzyonistlerin istifade ettiği zaafımız, aslında sadece bir kısmını görebildiğimiz resmin tamamını bütün detaylarıyla gördüğümüzü zannetmemizdir.
Dikkatimizi odakladığımız nesnelerin bize bakan yüzlerini net şekilde görsek bile, o dar odağımızın hemen çevresinde görüntü flulaşır.
Fakat beynimiz büyük resmi tamamlayarak, baktığımız manzaranın sanki her tarafını aynı netlikte görüyormuşuz gibi hissettirir.
Her detayı gördüğümüze o kadar kani oluruz ki, nasıl olup da o tavşanın “gözümüzün önünde” ansızın peydahlanıverdiğine, yahut az önce illüzyonistin elinde tuttuğundan emin olduğumuz iskambil kartının bir anda nasıl sırra kadem bastığına akıl sır erdiremeyiz!
İllüzyon gösterileri, bir lunapark eğlencesi olarak bizi hayretten hayrete sevk ederek eğlendirirken algımızın sınırlarını hatırlatır. Bu açıdan hem hoş, hem işlevsel sayılabilir.
Ama bir de günlük hayatta maruz kaldığımız illüzyon gösterileri var.
İnsanların her geçen gün biraz daha azalan dikkat sürelerini, sınırlı zihinsel kapasitelerini, manipülasyona açık hislerini istismar eden toplumsal illüzyonistler, televizyonlarda, internet sitelerinde, sosyal medya platformlarında mütemadiyen faaliyetteler.
İnsani zaaflarımızı istismar ediyorlar.
Beynimiz nasıl odaklandığımız yer dışında pek de iyi göremediğimiz yerlerin görüntüsünü tamamlıyorsa, detaylarını etraflıca ve derinlemesine bilmediği mevzuların eksik taraflarını da, sübjektif “inançlarımız” istikametinde tamamlıyor.
Ama bu gerçek bir tamamlama değil! Bir yapbozun eksik parçalarının olduğu kısımları, boş görünmesin diye çevrelerindeki parçalara yakın renklerle boyamak gibi bir şey.
Fikirlerimizi, odaklandığımız küçücük bölgenin dışında kalan koca alan hakkındaki sathi inançlarımızdan oluşturuyoruz.
Bu inançlarımızın çoğu, kendimizi yakın hissettiğimiz “kanaat önderlerinin”, itibar ettiğimiz “düşünürlerin”, kendilerini parlak ve etkileyici şekilde ifade ederek bizi ikna eden “siyasetçilerin” fikirleri oluyor.
Kanaatlerimizi, hakikatin modifiye ettiğimiz bir versiyonu üzerine inşa ediyoruz. İnanç filtrelerimizden geçirerek gayet düşük çözünürlüklere indirgediğimiz, yüzeyselleştirdiğimiz bir versiyonu...
İnsanları, insan topluluklarını, inançları, milletleri, üzerinde birkaç basit etiket yapıştırdığımız dev çuvallara dolduruyoruz.
Böylece her insanı, her hadiseyi, her milleti, her inancı “yeterince” bildiğimize, anladığımıza inandırmış oluyoruz kendimizi.
Bütün bunları başta kendime sonra okurlarıma şu ikazı yapmak için anlattım:
En keskin fikirlere sahip olduğumuz, "adımız gibi bildiğimizi” sandığımız konularda bile çok fena yanılıyor olabiliriz!
Bu yanılgımız, başka insanlara haksızlık yapmamıza yol açabilir.
Neticede gördüklerimizin, “hakikatin” tümü değil, inançlarımız süzgecinden geçerken deforme olmuş küçük bir parçası olduğunu aklımızdan hiç çıkarmamamız lazım. Çoğu kez kendi kanaatlerimiz sandığımız şeylerin bizimle aynı kusurlara sahip başka insanların doğruluğu meşkûk kanaatleri olduğunu da…
Bu farkındalıkla “keskin kanaatlerimizi” mütemadiyen ve ciddiyetle sorgulamamız lazım.
Zihin konforumuzu bozsa da kendimize sık sık şu soruyu sormalıyız:
Acaba çok fena yanılıyor olabilir miyim?
Acaba o çok sarsılmaz, sağlam, somut inançlarım, zihnimin çarpıtılmış bir “hakikate” dair ürettiği yahut başkalarından aparıp kendine mal ettiği yanılgılar olabilir mi?