Esrarengiz İstanbul*
İstanbul önüne sıfatları koymaya başladığınızda nefesiniz kesilir. Aziz, güzel, sevgili, biricik, eşsiz, kadim, köhne, eski, inci, altın, mücevher, büyülü,kutsal, kahpe daha nicesini saydıkça sayarsınız. Fakat bir şehrin önüne ‘esrarengiz’ sıfatını yerleştirdiğinizde işin cephesi hayli genişler. Esrarengizlik bir dizi imayla ilerler, olumluyla olumsuzluk arasında gerilip kalır. Evliya Çelebi’den
Stefanos Yerasimos’a, Giovanni Scognamillo’dan nice yeni İstanbul ve efsane düşkünlerine kadar hemen herkes şehrin esrarengiz taraflarına gönül düşürürler. Biraz dip, biraz iç hatta biraz öteki İstanbul’dur söz konusu olan. Merak etmekten geri durulamayan, dışarıda tutulan, biraz korkulan fakat mutlak konuşulan cephedir. Ahmet Rasim’in şehir ve kültür tarihine gazetecilik tarafıyla açtığı yol kolay kolay aşılamaz bu yönden fakat her ‘çapanoğlu’ yazarın kendince bir hal ve gidişi vardır.
Şaban Bıyıklı ve Mehmet Berk Yaltırık’ın hazırladığı ‘Esrarengiz İstanbul’, Münir Süleyman Çapanoğlu’nun kaleminden bizi bu hikayesi, dehlizi, geçiti, sürprizi, karanlığı, bataklığı hiç bitmeyen şehre bir neşe duygusuyla fırlatır. ‘100-120’ yıl geriden İstanbul’un karanlık ve esrarengiz bin bir alemi ve çehresinin okuru beklediği’ dünyadır burası. Kabadayılar, hovardalar, çapkınlar, mekanlar, meyhaneler, argo, jargon, racon ne varsa uyanıp sayfalar arasında gezmeye başlarlar. Bir gazeteci olarak Çapanoğlu, şehrin tarihini katmanlaştırır. ‘Altmış yıllık meslek hayatında yirmi binden fazla yazıya imza atmış’ bir kişinin dile verdiği hizmet elbette saygıyı çoktan hak eder. ‘İstanbul rindi’ ve ‘meclis, gönül ve muhabbet adamı’ Çapanoğlu, realist bir romancı kimliğiyle, artık rengini, karanlık ve arzusunu kaybetmiş İstanbul’a geçmişten bir geniş pencere açar. Şıkır şıkır bir Türkçeyle o mahalden bu sapağa girer.
Geçmiş zamanların romanını yazmaya pek meraklı yeni nesil yazarlar için talan edilecek bir kaynaktır Çapanoğlu. Az önce cinayet mahallinden gelmiş, oturduğu masada nefes nefese gördüklerini yazmaktadır. Kaşları kalkık, yüzleri façalı, kılık kıyafetleri kendilerine mahsus, çökmekte olan bir imparatorluk kadar mağrur, arzularıyla erkekliğin taş tekerleğinde sıkışıp dünyaya nara atarak adım atan bu adamlar, 2. Abdülhamit karanlığı ile İttihat ve Terakki çıkmazı arasında savrulup dururlar. Onlarla birlikte hareket edip dönen şehir, Antonioni’nin Roma’sını hatırlatan sekanslarla örülür gibidir. Artık dilden düşmüş kanto şarkıları, ünlemler, dil kırılmaları, alın çizgileri, bir halkın eğlenme iştiyakı, ‘fori’ altında ilerler. İmalı erotizm, şehrin uç erkeklerin bedenlerine zerkettiği hedonist buğu, burnundan soluyan kızgın boğanın ölüme göz kırpışı gibi meydanı doldurur.
Her ne olursa olsun bir metni yaratıp diri tutan dayandığı dildir ve hayretle İstanbul’un alt dilinin kıvraklığını bir kez daha görürsünüz. Alkol, eroin, haşhaş her neyse beyni sararken dile beklenmedik sıçrayışlar yaptırtır. Münir Süleyman Çapanoğlu, tefrika denilen üslubun kitle kanında oluşturduğu hızlanmayı keşfettiğinden olacak, sahneyi nerede keseceğini ve nereden yol alacağını iyi bilir. Akademisyenler bu konuyu çalışmayı düşünürler mi bilmem ama ‘mabadı var’ hükmü, toplumsal bir düğümdür şuuraltına atılmış. Cenaze gözleyip oradan iaşe çıkaran fahişeler, mezarlıkların dolamacında tutunan insanlar, ‘dudağın kirazla, yanağın elma ile mübadele edildiği’ dönemler, fesi düşüp keli görünenler her daim tuhaf enerjileriyle hayatı kurarlar.
İstanbul ve kültür tarihine meraklılar buradan çok taze kökler mutlaka bulacaklardır. On dokuz kabadayı türünün kol gezdiği eski İstanbul’da bugün hangi kol canlıdır meraklılar peşine düşsünler. Mesela ‘dil kabadayıları’ kimlerdir ben de merak ediyorum. Çamurlar, sakarlar pek ortalıkta gözükmüyorlar ama fiyakacı ve palavracılar çok yaygınlar. Şimdilerde değil ‘eski meyhanelerde demirbaş eşyası’ diye ömür sürüp hürmet gören şairleri, yanaşmaların, gün şakşakçıları ve rejim ve dönem sevdalılarının dışında asil şairlerin eşiyle dostuyla oturup bir yerde yemek yeme gücü bile kalmadı nicedir. İstanbul’a aşkla dalanlar bir süre sonra başları dönmüş halde fütursuzca her şeyi yazıp konuşurken bulurlar kendilerini. İyi ki öyle olmuş. Çapanoğlu, her tür ‘çapanoğluluğu’ kaydetmiştir. Esrarengizlik de buradan yol alır.
* Münir Süleyman Çapanoğlu. Esrarengiz İstanbul. Vakıfbank. Haz: Şaban Bıyıklı- Mehmet Berk Yaltırık. Ekim 2024.