Ses torbası…
Adamın birini gördüm yolda. Kim olduğunun, niçin yaşadığının, hangi işi yaptığının ve dahası görünüp görünme isteğinin bulunup bulunmadığına aldırmadan sırtında bir torba gidiyordu. Belki bir vapura yetişecek veya bir otobüse binecekti. Önüne geçip durdursan ve bir soru sorsan aldırıp cevaplayacak halde değildi. Çekil yolumdan der gibiydi, başkalarına değil bir yük gibi gördüğü ayakkabılarına, sanki böyle bakıyordu. Pervasızlık değil de müdanasızlık karakter vasfı gibi akıyordu yüzünde. Durdum. Arkasından baktım. Sırtında taşıdığı çuvala dikkat ettim. Belli ki onu taşımakta zorlanmıyordu. Belki içi bomboştu. Yalnız, belli belirsiz harflerle ve kararlı bir şekilde ‘ses torbası’ yazılmıştı üzerinde.
***
Sesin bir torbaya sığmayacağını her aklı başında olan bilir. Dahası böylesi bir torbada toplanacak seslerin kime ne faydası olabilir? Adamın görüntüsünde öyle meczup bir hava da olmadığına göre bu ya benim zihnimin bir oyunu olmalı ya da aklımın ermeyeceği başka bir durum. Belki de mizah duygusu oldukça yüksek birisi bu adam ve mizahsızlığın dibe vurduğu şu vakitleri kendince eleştiriyordu. Hayır hayır, bunlar benim yakıştırmam. Peşinden koşup uygun bir dille merakımı giderecek birkaç soru sorup da cevabını alamazsam her şey havada kalacak. Ya terslerse beni? Olmadık zamanda olmadık bir söz ederse? Hem ne yapalım şimdi, adamın birisi sırtına bir torba alıp, üzerine ‘ses torbası’ yazıp sokağa çıkmışsa. Çorap torbası, alet torbası, kirli çamaşır torbası, elma torbası, film torbası, aşk torbası yazsa ne fark ederdi? Yine böylesine ilgi çeker miydi? Hem ilgi çektiğini de nereden çıkarıyordum, benden başka kimsenin umurunda değildi adam. Herkes bir yere yetişme telaşıyla koşuşturuyordu.
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demiş atalarımız. İşte o hesap, bu adam iştahımı açtı, merakımı kabarttı. Yürüdüm peşinden. Merakım adımlarımı hem hızlandırdı hem de kararlı hale getirdi. Oh ne güzel. Adam benim bineceğim vapura gidiyor üstelik. İyice yaklaştım. Torba ile aramdaki mesafe ortadan neredeyse kalkacak. Kulağım tetikte. Delirmişçesine ses duymaya çalışıyorum. Torbadan değil ses bir hışırtı bile gelmiyor. Ama biraz şişkin duruyor. Sonunda inadım inat. Adamla yan yana oturdum vapurda. Kimseye bakmıyor. Bizim görmediğimiz bir büyük boşluk varmış da oraya yöneltmiş sanki bakışlarını. Torba kucağında.
‘Özür dileyerek bir soru sormak isterim’ dedim. Başka bir alemden yeni dönmüşçesine ve gayet net bir sesle; ‘elbette buyurun, soru, soran kadardır!’ dedi. ‘Bu elinizdeki torbada sesler mi var gerçekten’ dedim. ‘Şüphesiz, hiç şüphesiz ama şüpheye düşerseniz duyamazsınız!’ ‘Yok yok şüphe etsem, merak etmezdim, bunca kalabalık içinde ve seslerin havada uçuştuğu bir şehirde, hangi insan sesleri toplamaya yeltenir, bunu niçin yapar, gerçekten bilmek isterim. ‘Büyütecek bir şey yok efendim, isterseniz torbanın ağzını açabilirim’. ‘Yani ağzını açtığınızda sesler uçup giderler mi?’ ‘Hayır hayır, o türden bir uçup gitme değil bu. Tamamen benim kendimle ilgili. Aslında duyduğum o sesleri cep telefonuma kaydedebilirdim, not alabilirdim, kendi sesimle sesli kayıt yapabilirdim. Bu daha uygun geldi bana. Böylelikle onların hepsini bir araya getirmiş oluyorum…’ Ne tür sesler bunlar, birkaç örnek verebilir misiniz deyince, aslında her gün siz de duyuyorsunuzdur onları…
***
‘Ben o adama asla oy vermem. Parmağımı kırar yine oyumu ona atmam.’ ‘Duydun mu bütün bu olup bitenler bir oyunmuş. Oyunu da kendi aralarında önceden planlamışlar.’ ‘O gitsin de ne olursa olsun, apres nous le deluge.’ ‘Şu işe bak ülkede seçim var ama bu sessizlik beni ürkütüyor.’ İşte böyle efendim, gün boyu böyle sesleri torbaya dolduruyor ve onları hiç olamayacakları kadar yakınlaştırıyorum. Belki böylece birbirlerine daha yakından kulak verme fırsatını bulurlar… Hatta hiç farklı olmadıklarını bile anlarlar. ’