Nuri Pakdil’e mektuplar*
TRT’de çalışmaya başladığım ilk yıllarda Sezai Karakoç hakkında hazırladığım master tezi için de araştırmalar yapıyordum. Nursel Duruel vasıtasıyla 2000’e Doğru Dergisi’ne ulaşmış, Sezai Karakoç’un Cemal Süreya’ya yazdığı mektupların birer fotokopisini edinmiştim. Karakoç zaman zaman bu mektuplardan söz açar hatta Süreya’nın oradan mısralar yarattığını söylerdi. Öncelikle benim için heyecan vericiydi elimdeki belgeler çünkü bir şairin iç dünyasına bakma imkanı veriyordu. Sezai Karakoç nedense bu mektuplardan söz ederken ‘bunalımlı bir dönemde yazdığım şeyler olabilir’ türünde cümleler kuruyordu. Bu bir ön alma mıydı? Bu bir pişmanlık mıydı? Sonuçta yalın hallerimizden bir parçaydı mektup. Sanatın ve sanatçının perdeli tarafını görmeye de bir nebze olsun imkan veriyordu. 2000’e Doğru Dergisi’den fotokopileri alınca Sezai Karakoç’u aradım. ‘Onları hemen bana getir’ dedi. Seyahate gidiyorum, uçağa yetişmem gerekiyor, dönünce uğrasam uygun olur mu diye sorduğumda en nazik emir tonuyla ‘onlara bakmam lazım’ dedi ve ucu ucuna uçağa yetişme pahasına Mecidiyeköy’den Cağaloğlu’na geçtim.
Ne vardı bu mektuplarda? Olan benim için berraktı. Sütun kitabındaki yazılarda gördüğümüz yazma ve ifade etme çılgınlığı alıp başını gitmişti. Sezai Karakoç saf bir sanatçı olarak konuşuyor, önünde arkasında bir tedbir duygusu takınmadan varlığını sergiliyordu. Şairdi işte. Samimi, bilgili, muzip dahası yaratıcıydı. Cemal Süreya’nın kendisine yazdıklarını saklamadığını söylerdi. Acaba öyle midir? Ondan kalan evraklar arasında yaşıyor olmasınlar? Böylesi bir iz pek çok konuyu aydınlatacak değerdedir. Vaktiyle Hece Dergisi’nin hazırladığı Mektup Özel sayısında Karakoç’un mektuplarıyla buluşmuştuk. Hızırla Kırk Saat şairinin ne kadar içerde ve içerden olduğunu, samimiyetle inanmışlık arasında gidip gelirken iletişim dilindeki güç de açığa çıkmıştı. Şimdilerde, Nuri Pakdil’e gönderilen mektuplar arasında onun da imzasını görünce başa döndüm, kan ter içinde kutsal bir tableti taşırcasına Mecidiyeköy’den Cağaloğlu’na koşuşumu hatırladım.
Yüzlerce mektup içeriyor Koca Adam Merhaba. Fethi Gemuhluoğlu’nun hitabından kitaba isim olmuş bu sesleniş. Henüz 27 yaşındaki bir gence böyle seslenilmesi bana ilginç geldi. Bir yandan onurlandırıcı fakat öte yandan üstatlık potansiyelini kabartıcı bir ton taşıyor. Kocalığın yaşla ilgisi yok biliyoruz. Türkçede bilgi, tecrübe hatta bilgelik yükü de var. Yine de geriden bir gözle bakıldığında Fethi Gemuhluoğlu’nun Pakdil’e yazdıklarında çok önemli bir nokta var. Gemuhluoğlu daha o yıllarda, Necip Fazıl’ın rolünü takdir ederken Karakoç ve Pakdil’in geleceğini şekillendirmek istiyor. Teşfiğin en üst dilini kullanıyor. Sezai Karakoç’un özgün ve yaratıcı tarafını maneviyatla bezenmiş bir sevinç üslubuyla dile dökerken Pakdil’in de kendisini ayrıştırmasını istiyor. Benim sezdiğim kadarıyla, gelecekte ikinizin yapacağı çalışmalar belirleyici olsun demeye getiriyor. Fakat bir mizaç ayrıştırcısı olmasından dolayı mı bilinmez, birlikte olun demiyor, ayrı ayrı yol yürüyün tavsiyesinde bulunuyor. Bu net ve yerinde fikrin gerekçeleri mutlaka yerli yerindedir.
Nurullah Ataç’dan Aziz Nesin’e, Cahit Zarifoğlu’dan Enis Batur’a, Erdem Beyazıt’tan Talat Sait Halman’a onlarca yazar, şair, eleştirmen mektuplar boyunca Nuri Pakdil’e yöneliyorlar. Her bir mektubun içeriği kadar üslubu, dileği kadar niyeti Türkiye’nin en az elli yıllık zihin hayatının renklenişi gibi. Pakdil’in mizacı kadar yönteminden olacak merkez kaybı yaşanmıyor. Ben böylesi metinlerin uzun vadede dil bilim açısından da önemli veriler içerdiğini düşünürüm. Toplulukların hayatı bu dille sürçerken ifşa olur. Mektup yazan kişi sanat ve dil yaratma maksadı taşımadan dolaylı yolla gerçekleştirir bunu. Mesela, Cahit Zarifoğlu’nun çok az mektuptaki dili birer veri mi? İlk kez Sezai Karakoç’tan ‘Sezai’ diye söz açması bir gösterge değil mi? Ya Pakdil’e karşı kayıtsızlığı? Sanatçı bağımsızlığı böyle midir? Var mı böylesi bağımsız kişiler?
Sezai Karakoç’un mektuplarına gelince, 9 Mayıs 1955’de, Nuri Pakdil’e şiir gönderdiğini söyleyen ve ‘basıp basmamakta yalnız zevkini ölçü yap.’ diyen bir şairle karşılaşıyoruz. Bu özgüven işareti olduğu kadar muhatabına duyguğu saygıyı da gösterir. Ki mektubun yazıldığı zamanda Karakoç özel konuşmalarında 2. Yeni’in ilk toplandığı mecra dediği Şiir Sanatı dergisini çıkarıyor. Ya 18 Temmuz 1960’da ne yazıyor Pakdil’e Karakoç? ‘Ben şunu düşünüyorum: Biraz sermaye bulabilirsen Ankara’ya gelirsin. Ankara’da Diriliş’i sermayeye uygun bir çapta çıkarırsın.’ ‘İdealimizi yepyeni bir şekilde, en felsefi ve edebi zenginlikte sunmak yolunda, birlikte çalışmamız sence mümkün müdür? diye soruyor Karakoç ayrıca.
Ve 7 Ekim 1962. ‘Baharda bir buhran geçirdim. Ruhi, büyük bir buhran. Hala tesirindeyim.’ Ve şu şiiriyete dikkat edilmeli mektuptaki; ‘Bir ayı aşkın tifoyu yaşadım. Tifo çekiyordu ben itiyordum. Tifo kaybetti.’ ( 14 Kasım 1963) Bu mektupların çok yönlü okumaya ve büyüteç altında tutulmaya imkan verdiği tartışılmaz. ‘Mülkiyeyi ta kalp bölgesinden kuşattık’ gibi dolaylı imaları bir yanı bıraktığınızda Erdem Beyazıt, Akif İnan, Rasim Özdenören, Nuri Pakdi sevgisinin zamanla nasıl gevşediğini ve mutlak birer kopukluğa dönüştüğü bir insan meselesi olarak ortadadır. Karakoç adeta insan eksilterek yol almış gibidir. Hele Diriliş’e Ankarada lüks bir büro tutma haberi alındıktan sonra Karakoç haklı olarak küplere biner. ‘Arkadaşım, aşırılık İslama aykırıdır. Diriliş bir araçtır, amaç değil’ diye yazar. Arkasından 3 Aralık 1966 tarihli ‘ gönderilen 3300 lirayı aldım, verdiğin moralsa 330 mlyon denilebilir’ dediği mektup gelecektir. Ya şu cümleye ne demeli? ‘Ankaraya geldiğim vakitlerdeki gereksiz çıkışlarımı, kabaran danarlarımı, role benzeyen, aslında rol bir yana, belki, hakikati olduğu kadarıyla bile anlatamayan zavallı davranışlarımı.’
Yaklaşık bir yıl önce yazdığım Günler Çözüldükçe kitabında insan Sezai Karakoç’u alabildiğine yazmaya koyulmuştum. Ondaki saf ve gerçek insanlığın değerine vurgu yapmıştım. Çünkü Karakoç katışıksız bir samimiyetti. Şairlik ve şiir onu yaratan esas taraftı. 1962’de ‘Sabahları ancak uyuyabiliyorum, uyanık olduğum halde yataktan kalkamıyorum. İlaç kullanıyorum ( sabahları moditen akşamları equanil). Bir mısra olarak şiirine da sızacaktır her iki ilaç. Öyleyse ne var? ‘Koca Adam Merhaba’ kitabı, sadece Sezai Karakoç’u kendi diliyle ve olanca açıklığıyla ışıttığı için bile çok kıtmetli. Belki gün gelir birisi buradan R. Musil benzeri bir kitap yazar. Yazabilir mi?
Koca Adam Merhaba. Nuri Pakdil’e Mektuplar. Haz: Necip Evlice. Ketebe Yay.