Kemik ve kas yasası…
Rüyamda bir şairi ziyarete gittim. Kiraladığı bir tarlada çim yetiştiriyor, az bir bedel karşılığında bunu satıyordu. Derdimiz, dedi, talan edilmiş ve betona boğulmuş yerleri biraz olsun canlı gösterebilmek. Sevenleri çoktu şairin. Gençler sıraya girip ondan görev istiyorlardı. O da kimisine doğal gübre taşımasını söylüyor kimisine biçilecek bölgeyi işaret ediyor kimisine de tohum tembihliyordu. Rüyaların mantığı olmaz. Yorum da şahsidir sonuçta. Ancak, genç bir kadının özenle yapılmış bir kılıçla bu dünyadaki yaşama hakkının hunharca elinden alınmasını öğrendiğim gece görmüştüm bu rüyayı. Belki de bir büyük ve yaygın kötülükle karşılaştığımızda hepimize düşen bir vazife vardır: İnsana düşen iyilikte ısrar etmek...
Rüyanın parça parça devamı var ama kemikten yapılmış bir köprünün kaslarla örülmüş iplerle örüldüğünü ve altından bir ateş nehrinin aktığını hatırladığımda aklım beni biraz terbiye etti. Şöyle düşün, dedi, bu belki antropolojik bir hikayedir ve güçlünün kemik ve kas avantajına yaslanması geçmişte kalan bir ilkelliktir. Erkeğin her vesile ile karşı cins üzerinde hak iddia etmesi yetmedi, bunu gerçekleştirmek için öldürme dahil her yola başvurması sadece aktüalite ile izah edilebilir mi? Kendisine özgü özerk bir pervasızlık döngüsüne kapılmış bugünün medya dünyası erkekten kadına yönelen şiddetin ateşleyici ve tek kaynağı görülebilir mi? Bu soruyu rüyanın içinden çözmem mümkün değildi. Kötülük ortaktır çünkü şu alemde ve herkesin doğrudan veya dolaylı payı vardır.
Şairin çim yetiştirdiği tarla da (yokuşta, kırmızı kara topraklı ve biraz taşlık bir görünüşü vardı) hepten bir fantazya sayılır rüyanın dışında. Zihninin labirentlerinde öldürme hırsıyla eli kılıca uzanan adam acaba bir an şöyle düşünebilir miydi; Birazdan boynunu uçuracağım bu can parçası aslında her sabah iki saksının yerlerini değiştiren ellere sahip değil mi? Ertesi sabah çiçekler yerleri değişmeyince boyunlarını bükmeyecekler mi? O aynı zamanda birinin ablası da olabilir pekala. Üç yaşında bir kız çocuğunun ablası mesela. Ve yine üç yaşındaki bir çocuğun bakışlarına yüklenen ağırlığı ne kaldırabilir şu dünyada?
Ruhsal rahatsızlıklar, patalojiler öldürme eylemini gerçekleştiren kişileri çözmek için veriler içerir. Fakat, toplumsal ve kurumsal sorumluluk bu verilerden daha öncedir ve gelişmiş bir toplum şiddet üzerine çok bağlamlı düşünme yetisine sahiptir. Dünyanın ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyine sahip toplumlarında da görülüyor öldürme tutkusu. Ancak, bizde özellikle kadına yönelmiş ve kadın üzerinden yürütülen bir hesaplaşma var. Kadını başta cinsel bir obje olarak görmekten tutun, onun her hal ve koşulda yola sokulması gereken bir varlık olduğu düşüncesi nereden kanayıp geliyor acaba? Soğukkanlılıkla ve özgürce bu sorunun üzerine gitmek gerekiyor. Erkeklerin kemik ve kas arasında kurdukları köprüleri iyi tahlil etmek şarttır.
İnsanın kendisine bir kötü yaratması ve sonra da onun ortadan kaldırılması gereken canlı olduğu fikrine saplanması romancılar, şairler, psikiyatrlar yanında okumuş yazmış herkesin meselesi olmalı. Şiddet ve kötülük duygusu bir toplumda kadın cinayetleri şeklinde ortaya çıkıyorsa içinden geçilen sosyolojik şartlar kadar geçmişten gelen değer yargılarına da bakmak gerekir. Nesne-özne konumuna indirgenen kadınların ortak şuurdaki karşılıklarını gözden geçirmek acil borçtur. Evrensel yasalar artık dünya karşısında hükmü kalmamış yerel inançların önüne konmalıdır.
Rüyalar çok kısa anlarda görülen çok uzun yaşantılardır aynı zamanda. Şairin yeşertmeye çalıştığı tarlanın aşağılarına da indim onun izni olmadan. Tam tarlanın bittiği yerde bir kelime ormanı başlıyordu. Her bir kelime adeta bir farklı ağaç formuna bürünmüştü. Çok ileride bir su şırıltısı beni çağırıyordu ama birden irkildim. Çünkü benim bugüne kadar sevdiğim bütün kadınlar birer kelime ve ağaç olmuşlardı ve saçlarından alev almış görünüyorlardı. Bakışlarındaki sorgulayıcı tavır içimi ürpertti. Öyle ya, dedim mırıldanarak, dün bir kılıç darbesiyle hunharca katledilen genç kız da öyleydi. Ve gerçeğin şiddeti rüyaya sığmayacak kadar sertti. Şimdi geri dönüp tarlaya su taşımaktan başka çare yok.