İstanbul’da gün batımı güzelliği...

Her şehirde her bir vaktin kendisine göre bir cazibesi, güzelliği hep vardır. İstanbul’da yazı bir elem olmaktan çıkarıp bir zevk tecrübesine yükselten akşamüstüleridir. Hatta denilebilir ki güneş salt bu vaktin mucizelerini gösterebilmek için aceleyle daha erken doğar. Biraz sabırsızlığından çokça ateşli kıskançlığından gün boyu her yeri kavurur, ağaçları perişan eder, kedileri, köpekleri miskinleştirip denizi pelteleştirir. Hareket etme kabiliyetine sahip her canlı onun gazabından gölgelere, esintili yerlere, köşelere hasılı nesef alıp vermenin kolaylaşacağı yerlere koşar. Hareket edemeyenlerin vay haline. Rutubetle sıcak bir keçe ustasının hüneriyle vakti evirip çevirir, yerden yere vurur.

Ben biraz olsun erken davranıp onunla gizli sözleşme yapanlardanım. Bunu sabah vakti erkenden yürüyüş sırasında dile dökerim. Adeta şehre acıması için ona yalvarırım. Ne var ki o, hep kimseye aldırmaz ve hükmünün ateşin kanunlarını işletmeye başlar. İnsanlar ellerinde mendiller, yelpaze niyetine salladıkları kağıtlar çaresiz salınıp dururlar. Klima denilen alet yapay bir kurtarıcıdır. Ve İstanbul’da gün uzun sürer. Ağustos’un onundan itibaren çember tamamlanacak, Eylül’ün kaş göz edişi duyulacaktır ama, hayat gün saymakla, saate bakmakla geçmez.

***

Sonra o diri naz vakitleri gelip çatar. Tarihi surların ötesinde güneşin adeta acelesi varmışçasına Trakya düzlüklerine, Ege Denizi’nin maviliklerine, Istrancalara, Çanakkale açıklarına iştiyakı artar. Günün direği ağır ağır değil sanki birden suya batar. Gök yükselir. Arka balkonlarda tatlı bir esintidir kıpırdar. Boğaz’ın her iki yakasında, kıyılarda suyun rengi değişir. Metafizik ile Diozinos arasında gelip giden bir cilve suda oynaşır. Şüphesiz Çamlıca Tepesi, Moda Burnu, Fener Bahçesi, Salacak önleri biraz daha onun saltanatına aldanacak, onu kızdırmadan yolcu etmeye bakacaktır ama nafile, o zaman yaratılmadan önceki bilişle, şehri şehre emanet edecek, akşam kırlangıçlarının dönüşünü müjdeleyecek, balkonlardaki saksılara su verme anının geldiğini müjdeleyecektir.

Ve gölge ilk kez gölge olmaktan çıkar ve özel bir ışık karakteri kazanır İstanbul’da güneşin batışıyla. Eskilerin dar vakit dedikleri bu anlar bir zevk ve teselli fragmanıdır aslında ve yaşamamın bütün zevki orada toplanır. Gün boyu sıcağın saldırısına uğramış beton binalar gözlerini açıp sıcaklarını salmaya başlamadan, akşamüstülerinin bu halinin şiirine kulak vermeli.

Ben şimdilerde, kendimi arka balkona atıp pencereye kadar yanağını dayayan ceviz ağacına kulak veriyor, onun hemen yanında yüksek ama azılı bir sarmaşığın gövdesine sarıldığı oya ağacının salınışını izliyorum. Alttan bir iç ürperti müziği çalışıyor ama ben yerle gök arasında hep bir muamma kalacak insan varlığının sükunetine dalıyorum. Bunca keskin hır gür, hırs, din, para, dünya, güç, intikam ve riya sarmalında avunmanın, saf sakınıklığın öznesi olmaya çalışıyorum.

***

Aklım kırk yıldır her köşesini gemici düğümleri gibi bildiğim şehrin bu özel vaktinde bir bir açığa çıkan mucizelerde. Karaköy rıhtımında kendisini iri bir balık gibi kıyıya vuran suyun şakacılığını anlamak yıllar alacaktır. Bu saatlerde gittikçe insansızlaşan Tahtakale’nin dar sokaklarında, kahve ve ıtriyat kokuları gecenin yalnız geçecek saatlerine yazıklanmaktadır. Rüstem Paşa camindeki çinilere yansıyan aşk düğümleri karşılıklı konuşacaklar, Sultanahmet Camiinin kubbe koridorları içlerine dolan serin havayı kuşlara bağışlayacaklar. Yine, Kabataş ile Karaköy arasındaki kıyı boyunca yosun tutmuş taşlardan geçmiş zulüm günlerinin çığlığı duyulacak yine bir medet lambası gibi yanan türbelere bir boynu bükük çaresiz yanaşacak.

Bilirim ki İstanbul’un bir dakikasını bile hakkını vererek zaptetmek mümkün değildir. Akşamüstülerinin bu hızlı fakat cömert vakitleri yaratıcılık kapılarının da aralandığı demlerdir. Bu vaktin resmi kadar müziği, hüznü kadar neşvesi bir yarın kadar tekrarlanmayan biriciklikle doludur.

Kaç aydır bu şehri ele geçirme kavgasına girip de nihayet rüyasına erenler kadar yenilginin darbesiyle gerçeklik yitimine uğrayanlara, hemen bugün, akşamüstü, güneşin batma anıyla birlikte, İstanbul’a aşkla dahil olmayı ve sükutunun mahremiyetinde şifa ve yol aramayı öneririm.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum