Ey kar ey güzel kar!
Geldin. Bu yıl yine geldin. Korkuyoruz nicedir hepten göçüp gideceksin diye. Her yerde güzelsin, Konya, Kars, Van, Erzurum, Niğde, Bingöl başka başka elbiselere bürünür sende. Uludağ’da başka, Ağrı’da benzersiz, Erciyes’te tarif edilmezdir külahın. Kazkıran’da, Sertavul’da, Ovit veya Çamlıbel’e vurduğunda öyle geçilmezsin kolay kabul, fakat ey kar, ey sevgili kar sen İstanbul’a başka iniyor, onu bir ayrı güzelleştiriyorsun. Sanki tanelerin değil de elleri toz pembesi meleklerdir inen şehre. Ve hızla onu alıp kucaklıyorlar, sarıp sarmalayıp ninnilere boğuyorlar. O yüzden olacak ilkin sesler değişiyor burada. O kuru ve barbar homurtu birden susuyor, sükutun çiçekleri içinde bir başka gümüş zaman doğuyor. Sırf bunu duymak için bile beklenirsin sen, kar, ey kar, sevgili kar.
Kubbeler, çatılar, ağaç dalları, kuytu köşeler, minare külahları, balkon demirleri, iskeleler, cami avluları, parklar, Karacaahmet’i bekleyen eski taşlar yüksek teslimiyetin şuuru altında uzanmış seni bekliyorlardı. Şimdi çoktan birer eşsiz, nadide halı olmuş uzanıyorlar. Kuşlar nazik pençeleriyle sekiyorlar bu sergide. O izleri takip etsek belki varacağımız yer insan olmaya başlayacağımız yerdir, neden olmasın denemeye değer. Ben bir seferinde izledim de bir sekişini sonunda bir can ürkmesine çıktım. Gözlerim donuk ay oldu. Suya daldı. Kayboldum. Serçe donuna büründüm. Jim Jarmusch’ı Arabi okurken gördüm.
Henüz uykusundan uyanmamış sevgililerin ağız kenarında senin umudun var. Üç virgül gibi yan yana, anlamın sonsuzluğunda. Girilse mahremiyet odalarına kapılarına vurulmadan senin şehre saldığın huzur çoktan dokunmaktadır bir gül ipeği gibi rüyalarda. Çocuklar desen, bir minik kardan adamla dört dönüyorlardır çoktan bahçelerde. Buharı odayı gezen taze çay kokusu, kahve köpükleri, akşamdan ısırılmış masada yan duran elmaya da diyecek yok fakat ya dingin sarısıyla senin yere inişini gözleyen ayvaya ne demeli? Ayva bir adı kış olan ayrılık acısı...
Fotoğraf, sinema, öykü, şiir, meraklı roman mutlaka gönül düşürür senin gelişine. Sanki sen olmasan şehrin hafızası hepten silinecek sen olmasan kekre bir tekrarın kumunda saplanıp kalacağız. Evlerin camlarında bir şaka duygusu, araba üstlerinde bir kavuklu türbe büyüklüğü, çöp kutularında bir sonsuz merhamet tümseği yaratıyorsun. Adeta bir kere daha hayretle, sevinçle, heyecanla tekrar bakıyor ve bilmenin sessizliğine bürünüyoruz. Öğretmen gibisin bu yüzden. Matematikle şiiri, müzikle kimyayı, coğrafya ile fiziği bir derste birleştiriveriyorsun.
Boğazın dip derinliğinden kopup gelen rüzgar Haydarpaşa Garına seni savurduğunda sanki dünyanın hiç bitmeyeceğini sanırız. Karaköy önlerinden Eminönü kıyılarına, kubbelere doğru baktığımızda isr senin yenice uzak bir yoldan geldiğini düşünürüz. Sultanahmet ile Ayasofya’yı iyice birbirine yaklaştıran ışığının altından sonsuzca geçmeye çalışırız. Sen kar, sevgili kar bunu esirgemezsin bizden. İki omuzumuzdan tutar, incelikle telkin edersin bize yaşamayı.
İşbilir balıkçılar, lüfer sevdasıyla yanıp tutuşurlar sen teşrif edince. Kaç kez şahit oldum Kızkulesi çevresinde birer kaşif gibi suda ine çıka dönen balıkçı teknelerini. Alttan bir üşümek sarsa da bütün elleri sanki gözlerde birikir maharetleri insanları. Kar altında gözleriyle gülümserler bu yüzden. İnsan kar altında yekpare göz kesilir kısık bakışıyla.
Yoksullar, çaresizler, dışarıda kalmışlar, kuşlar, kediler, köpekler unutulacak değil ya! Kim onları unutarak senin bağışladığın merhameti hak edebilir? Birden kalkıp sokağı gözlemek, elde poşet sokağa inip bir cana çare aramak bundan. Ve bir şey daha ey kar, sevgili kar. Sanki ölüler, ölmüş şairler, veliler, şarkıcılar, bestekarlar, ressamlar, fotoğrafçı ve sinemacı hasılı bütün sanatçılar, senin suretinde bizi ziyarete gelirler. Dıranas okuyan bir Cemal Süreya, Süleymaniye’de fotoğraf çeken Ara Güler, Sarayburnu önünde içinde duvaklı bir kadın oturan hayali kayığa bakan Metin Erksan, nice, nicesini de görür sayende sade gözler, duyar duyarlı kulaklar.
Yağ isteriz sen yağ, gece başlarsan sabaha kadar yağ. Doldur balkonları. Saksıları doldur. Sokağı kapa. Bembeyaz gül olup aç ağaçlarda. Kitaplarımızın arasına, dinlediğimiz müziklerin arasına yağ. Nedense inanıyoruz senin her ağrıyı dindireceğine. Yoksulluğa, kötülüğe, kabalığa, şiddete ve aşksızlığa boğulmuş dünyamızı bir an dahi olsa temizleyeceğine inanıyoruz. Çocuklaşıyoruz seninle. Şiir yaramaz çocuklar gibi kapımızın ziline basıp kaçıyor. Kimdir o biliyoruz gülümseyerek.
Geldin, sana Ülkü Tamer şiiri gibi ‘teşekkür ederiz.’ Geldin ve bizi tekrar geleceğine inandırdın. Bastığımız yer sadece toprak değil bu günlerde. İstanbul zafer şenliği içinde cilveden geçilmiyor. Her köşesinden onun koluna giriyor resimler çektiriyoruz. Kaç gün kalacaksın bilmiyoruz sevgili kar. Gelmiş olman şimdi bize şenlik, bayram. Biliyoruz, böyle yaparsan yine gelirsin. Biz burada olacağız. Serçeler de olacak. Şahinlerin uzaktan onları gözlüyor olduğunu bileceğiz. Ama birer serçe olduğumuzu ve bu sebepten ayrıca güzelleştiğimizi unutmayacağız.