'Canlılar sorununa giriş’
Türkiye’nin has sanat ve düşünceden kaçması sebepsiz değildir. Çünkü ancak sanat ve düşünce yoluyla gerçeklerle yüzleşilir. Kendi felaketini erteleye erteleye yol alacağını sanmak ise olsa olsa tarih karşısında kurnazlığa yeltenmektir. Son günlerde her yönden yandık. Yanan sözlükteki bir kelime, şunca dekarlık fiziki bir alan değildir. Karşı karşıya kaldığımız ‘canlılar sorunudur’. Orman temsilen o canlıların toplamına verilen isim olduğu kadar onun da ötesi, ekoloji, ekonomi, sosyoloji ve biyolojiyi de ilgilendirir. Son yangın faciası bir kere daha hatırlatmıştır ki Türkiye bilgesini/ bilgisini yitirmiş bir ülkedir aynı zamanda. O ne diyor, o ne düşünüyor diye toplumun dönüp bakacağı, kulak kabartacağı insanlarını/birikimini yok etmiştir. Öteden beri ülkemizin sayılı biyoloji felsefecileri arasında gösterilen Teoman Duralı ne düşünmektedir mesela bu konuda? Yoksa o da konuya teknik, politik hatta taraf olarak mı bakmaktadır? ‘Canlılar Sorunu’, hem insan, hem bitkiler hem de hayvanlar tarafından nasıl aşılabilir burada? İneği telef olana inek, kuzusu yanana kuzu verip, evi yıkılana Toki usulü ev satarak ‘canlılar sorunu’ çözülebilir mi mesela? Dahası bilindiği gibi son on yıllardır dünya tarihini ekolojik etkilerle yeniden yazmak gibi bir yöntem var. Karşı karşıya kaldığımız bu ekolojik gerçeklik tarihi nasıl şekillendirecek, Cemal Kafadar kimsenin aklına geliyor mu bilgi almak için? Düşünürler, şairler, sanatçılar ne söylerler bu hususta? Kimsenin aklına geliyor mu bunlar?
Ressamların renklerini, şairlerin kelimelerini, romancıların muhayyilesini, sinemacıların kamera açılarını, öykücülerin dilini hiç etkilemeyecek mi bu yangın? Bilgesini pop/oportünist politikacılardan çıkarmaya çalışan bir toplum, siperlere çekilip oradan vuruşmaktan kurtulamaz. İlkin ne olup bittiğini ve olup bitenin şekillendirici gücünü yüksek düzeyde tartışmak gerekiyor. Mesela ilahiyatçılar (dinciler, İslamcılar, tarikatçılar değil) nasıl yaklaşacaklar bu olguya? Ormanın koynunca can bulmuş binlerce türün kavrulup gidişinin ve bundaki insani sorumluluğun teolojiyi ilgilendiren tarafı yok mu? Halk tipi, popüler, üfürükçü tayfası ile mi çözülecek bu ilahiyat konusu? ‘Canlılar Sorunu’ bir varlık meselesi olarak hangi teoloğun uykusunu kaçırdı? Köpeğini, ineğini, evini oğlu gibi gören bir insana, gel sana bunun yerine başka köpek, inek verelim demek hakikate uyar mı? Oğlunu kaybetmiş bir insana onun yerine sana evlatlık bulalım diyerek çözülür mü her şey? Bir de popüler kültür aktörleri var. Onlar bilginin yayılması ve kolektif yardımın hızlanması için rol üstlenebilirler ama düşünce üretemezler. Bir üretim, tüketim ve üleşim döngüsüne bağlı, turizm, eğlence dünyasında sonunda patronun yanında taraf olmaktan kurtulamazlar. Sosyal ve yazılı- görsel medya elemanları da öyle. Olaylar yatışır, alevler diner, ağız dalaşı biter, yeni konular, yeni haberler, yeni tartışmalar hızlandırır onların kanını. Canlılar sorunu ertelenmiş bir olgu olarak kalmaya böylece devam eder.
Teoman Duralı’yı örnek verdim ama mesela İoanna Kuçuradi (en çok o), Duran Acemoğlu, Şükrü Hanioğlu, Yıldız Ramazanoğlu, Ferid Edgü, Sevinç Çokum, Nursel Duruel, Enis Batur, Hüseyin Hatemi, Nurdan Gürbilek, Şule Gürbüz ne düşünüyorlar bu süreçte? Ekrem Demirli engin bilgisiyle ‘yanış’ üzerine ve canlılarla bunun ilgisinin ne olduğunu anlatabilir mi bize tasavvufu da içine katarak? Dahası ateşi gerçekten insan kendisi mi icat etmiştir yoksa o da canlı bir varlık olarak hep mi vardır? Eski İstanbul Yangınları hakkında oylumlu çalışmalar yapan Beşir Ayvazoğlu’na dönüp bakan var mı? Nedir bu yanıp gidişimiz böyle? Yangın neyi yapar neyi yıkar? Ki, Ahmet Hamdi Tanpınar bir yerde, İstanbul yangınlarının yapıcı vasfına değinir. Ona göre, baba ocağı olarak kutsanan, bu sebepten yıkılamayan ama değişen zamanın ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalan evler bu yangınlar vesilesiyle yenilenebilmiştir. Konuları sadece bir son dakika haberi bir politik çatışma konusu olarak gördüğümüz için ‘canlılar sorunu’na dönemiyoruz. Dönmek de istemiyoruz. O zaman yüzleşmek durumunda kalacağız. Şairin, ‘Tanrım Anadolu’yu yoksulluk günlerinde mi yarattın’ mısraındaki imi. Çünkü söylenmektedir ki Anadolu hiç de böyle kıraç ve ağaçsız bir coğrafya değildir vaktiyle. Bizim hantal bilinçsizliğimiz sebebiyle olmuştur bütün olanlar.
Akdeniz boyunca yanan alanlarda ne kadar endemik tür vardı? Canlı türleri nasıl bir geçişkenlik izliyordu? Son kırk yılda turizm bahanesi ile içine dalınan bu bölgelerde ne tür sorunlar oluşmuştu? Köylü sosyolojisinde yaşanan değişim ve dönüşümlerin, dil, folklor, şehir kültürü ve sosyal yaşam bakımından sonuçları nelerdi? Sormak düşünmek demektir ve düşündükçe çözüm vardır. Ve bugün derin bir ‘canlılar sorunu’ ile başbaşayızdır. Ve ‘insanın yaşaması anlamına gelen hayat, ahlaka dayanır…’ diyen Teoman Duralı, herhalde olup bitenin ahlakına dair bir şeyler söylemeye hala muktedirdir.