Bir adamın sırtından görünüşü…
Yılda en az bir kez geliyor buraya. En çok da bu anı, bu saatleri özlüyor. Vakit gece yarısına çoktan varmış yine. Yüksek çamlar, dalları yaygın kızılcıklar ve her zaman başına buyruk ceviz ağaçlarının arasında gecenin derinliğini dinliyor. Böcekler çoktan sazı almışlar ele. Eğer fanilikten kurtuluş için insana fısıldanan bir müjde olsaydı o bu sesler yeterdi. Dipte, çok dipte bir baykuşun o kendisine has kısa şarkısı duyuluyor. Sanki dünyaya kısa öykü yazmak için gelmiş gibidir baykuş. Horozun uzun yol hikayesi barınmaz onda. Korocu değildir beyimiz. Adam, beyninin bütün hassas noktalarında topluyor bu anlık oluşları. Dışarıda bir kamera göz, uzaktan onu kaydediyor. Ağaçların elverdiği geniş alanda yine o ahşap sarı boyalı sandalyede oturuyor. Omuzları açılmış geniş iki kol gibi kucaklıyor her şeyi. An içinde pek çok görüntü, ses, duygu, düşünce kıvılcımları arasında yukarı, gökyüzüne bakıyor. En çok da bu sabah yürürken bodur bir ceviz ağacındaki yaprağın diğerlerinden neden daha hızlı sallandığını düşünüyor. Muhakkak bunun fizikle bir izahı var ama fizik duyguyu açıklayamıyor. Hareket izafidir sonuçta.
Onu buraya, şu beş on adım ilerideki üstü kapalı kuyu gibi kazıp da bırakan - işte düşündüğü şeylerden birisi de bu. O kuyunun içine nicedir hiç ay düşmedi. Neden böyle, kimse bilmeyecek. Ayın tam da bu zamanda, dolunaya dönüp ayaklanışına hayret ediyor. Ay Işığının oklarıyla bezenmiş az ötedeki yaban armudunun dalları gümüş balıklarıyla dolmuş sanki. Ve, yine bu ağacın koynunda bir keman yayı gibi tatlı tatlı inleyen kanaryaya kulak vermişti bir gün. Ağaçların da hafızası vardır ve onlar dallarına konan bütün kuşların ortak sesiyle hışırdarlar. İşte bu yaban ağaçta böylesi bir görmüş geçirmişlik hali var ve adam, kendisini sigaya çekiyor. Ya insan, o da, oturup konuştuklarından, söyleşip seviştiklerinden ibaret değil mi? Biraz daha zihnini yorup bir umutsuzluk mermerini kırmaya niyetlenecek, ama hayır, son bir yıl adeta bu an için geçilmişti. Şimdi idrakin musikisi altında sevinmenin vakti.
Henüz gecenin upuzun kumaşında ay ışığının saltanatlı nuruna alışmamış bir göz birden onunla, bu sırtı bir kale kapısı gibi muhkem adamla karşılaşsa korkuya kapılabilir. Ağaçların ve bitkilerin alışılmış düzeni içinde o, ayağa takılan taş gibi düşünülebilir. Zaten omuzlarında öylesi bir yük ve sertlik hissediliyor ki adeta iki dünya savaşına birden girmiş, yıllarca cephelerde her türlü yokluğu ve vahşeti gördükten sonra hafızasını yitirmiş halde buraya oturmuş sanırsın. Geniş omuzları kalın kumaşlı bir asker kaputunun anılarıyla yüklü. Ne ağzında sigara var ne de yükselen mavi bir duman. Adam, zaten her şeyin silinmesini, kabuğundan soyulmasını, yükünden arınmasını ve gürültüden koparılmasını diliyor. Baktıkça, göğe, ay ışığına daldıkça, insanoğlunun binbir yılda cehenneme çevirdiği şu dünyadan çıkacak, ağır ağır ayla ayna aleme geçecek varlıklar. Belki de o ceviz yaprağını ürpertip titreten insanın bu sonu gelmez yaptıklarıdır. Fizik o zaman konuşur, belki.
Adamı buraya çeken şey bir korku mu yoksa sürekli umut ihtiyacı mı? En azından şunu biliyor ve hissediyor, bu anı yaşadıkça, omuzlarından başlayarak sökülüyor, kuru, katı, sert kabuklarından kurtuluyor, kirlenmiş yerleri yumuşak sabun çiçekleri ile ovuluyor, alışılmışlığın kalıpları bir bir parçalanıyor. Ay ışığının yürüyüşünü izledikçe yeniliğin sessizliğindeki büyük umuru fark ediyor. Karınca kolonileri, sincap sekişleri, üzüm salkımları, bir bilge peygamber gibi Akdeniz yamaçlarında zıplayan keçileri, kuraklıkta bile bal sızdırma yarışına giren incirleri, gündüz uyuyup gece dolaşan karpuzları an içinde bir ışık ipiyle birbirine bağlıyor. Biliyor bu ip aya salıncak kurmaya elverecek. Biliyor, gecenin ortasında yalnızlığın hükmü hiçbir kitaba sığmayacak kadar kesin. Bunu bir kez daha yaşayarak, geri dönüşün kararı verilecek.
Gelecek yıl tekrar edilecek mi bu buluşma? Bunu kimse bilemez. Adam da bilmek istemiyor. Oluşun doğal döngüsü ancak kendi yolunu açtıkça bir yere varılabilir. Ay yüksek çamların arasına daldıkça ortalık bir daha büyüleniyor. Kuru otları narince çıtırtatan bir kirpi de katılıyor bu uyanışa. Bir süre sonra da adam kendisi dahil hiç bir şeyi hissetmiyor. Şimdi her şey orada. Ayın o geniş ve gümüş koynunda ince ellerin narin parmakları arasında. Dünya aradan çekildi. Işık bir kez daha emzirdi zaman denilen büyümez çocuğu.