“Türkiye’nin bugünkü durumu”, nasıl bir durum ki…
Öyle anlaşılıyor ki mevcut duruma dair görüş ayrılığında kimin haklı olduğu ve yaşadığımız döneme dair siyasi ve sosyal analizlerin isabeti sandıklar açılana kadar kesinlik kazanmayacak. Herhangi bir bahiste muvafıklarla muhalifler arasındaki makas o kadar açık ki kanaatler arasındaki farklar benzeri pek az görülebilecek seviyeye zincirlenmiş durumdadır. Bırakın dış politika, eğitim hatta hukuk gibi nispeten göreceliliği kaldırabilecek bahisleri, ekonomide işlerin yolunda gittiğini iddia etmek bile mümkün olabiliyor. Çünkü, herhangi bir konuda ileri sürülecek fikrin akla, mantığa veya ülke gerçeklerine dayanması gerekmiyor; kıyaslanabilir olması hiç gerekmiyor.
İnanan kitleler varsa iyi ya da kötü fikir arasında fark da önemli değil. Önemli olan kitlenin işine yarayan sloganlar… O insanlara duymaktan hoşlanacakları şeyler söylemen yeterlidir. İyi bir fikir bulmaya gerek yoktur. Karşı fikri ezip, küçümseme ve gerekirse -ki giderek daha sık gerekir oldu- kelepçelemek de normaldir. Türkiye böyle bir ülke… İktidarlar halktan gelen güçleri zayıflamaya başladıkça düşüncenin, aklın, bilimin ve makulün sesini kısarak enerji aramaya devam ederler. Şimdi o aşama geldi; iktidarın alternatif enerji kaynaklarına müracaat etmeye başladığı zamanlardayız…
Ne var ki Türkiye’nin bugünkü durumuna yönelik ilgi, alaka veya sempatiyi artırmak yine de kolay olamıyor. İçinde bulunduğumuz “durum”, çok uzak durulması gereken bir durum olmalı ki iktidarın şu veya bu şekilde sahip olduğu kudrete rağmen cazibe uyandıramıyor.
Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu’na soruluyor: “Cumhurbaşkanı ararsa görüşür müsünüz?” Davutoğlu’nun nezaket sınırları içinde ve prensipte “Evet, görüşürüz” dedikten sonra bir “ama”sı var:
“Ama bu; Cumhur İttifakı benzeri bir ittifakın içinde yer alacağımız anlamına zinhar gelmez. İlkelerimiz dolayısıyla ayrıldık, ilkelerimiz dolayısıyla yeni bir siyasi hareket başlattık. Bu ilkelere dayanan politikalara destek veririz ilkesel olarak. Türkiye’yi bu duruma getirenlerle, bu yolsuzluk girdabına düşenlerle bugünkü durumu meşrulaştıracak hiçbir ittifakı veya iş birliğini doğru görmem.”
“Türkiye’nin bugünkü durumu” kalıbı bu cevaptan mülhem. Nasıl bir durum ki Davutoğlu, dün genel başkanı ve başbakanı olduğu partinin iktidar gücüyle zerre kadar ilgilenmiyor ve şu anda yürüdüğü sıkıntılı ve çileli yolu tercih ediyor. Başını çevirip bakmaya gerek görmüyor. Bir tarafın; yani iktidarın büyük icraatlar, Türkiye’yi uçuran ve dünyayı kıskandıran işler olarak takdim ettiği tabloyu Davutoğlu, zinhar meşrulaştırılamayacak bir girdap olarak görüyor. Ortada hala büyük bir siyasi güç ve sınırsız politik imkanlar var. Yine de bütün bunları ülke için bir imkan ve işleri yeniden hale yola koyabilmek için şöyle ya da böyle bir dayanak noktası olarak değil; yaratılan tahribatı bizatihi mücadele edilmesi gereken bir problem olarak görmek ciddi bir siyasi iddia ve analizdir.
Gelecek Partisi liderinin iktidardan bahsederken kullandığı “yolsuzluk girdabı” tabirine bu açıdan daha derinlemesine değinmek lazım. Yolsuzlukları ilk söyleyen kendisi değil, kendisi de şimdi ilk kez söylüyor değildir. Ama iktidarın yolsuzlukla birlikte kolaylıkla anılıyor olmasına karşı kayıtsızlığı dikkat çekicidir. Böyle tanımlamalar artık ne sansasyon üretiyor, ne de itiraz… Çoğu kez iktidar sözcülerinin ilgisini bile çekmiyor. Onlardan ziyade kendisini iktidarı desteklemeye adamış olanlar, “Böyle şeyler eskiden de vardı, takılmayın” diyorlar. Yolsuzluk ithamına karşı itirazın kalitesi de bu kadar…
“Türkiye’nin bugünkü durumu” derken yolsuzluğa karşı kayıtsızlığı; yani yozlaşmanın kat ettiği mesafeyi ıskalamak mümkün değildir. Muhtemelen Davutoğlu’nun iktidardan yana yüzünü buruşturan şey de bu yozlaşma halidir.