Tercih
Üç haftayı aşkın süredir Türkiye atmosferini sarsan sert rüzgar sistemin kırılgan ve savunmasız yönünü ortaya çıkardı. Hükümet asla taviz vermiyor veya bakan kesinlikle geri atmıyor. Cumhur ittifakı liderleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Lideri Bahçeli, İçişleri Bakanı Soylu’yu kesin ifadelerle müdafaa ediyorlar. Dahası, hepsi birden neredeyse ortak ifadelerle iddiaların devleti hedef aldığını, ortada büyük bir oyun olduğunu ve gayet tabii bu saldırıya boyun eğmeyeceklerini söylüyorlar. Gelin görün ki bu sağlam duruş dahi kırılganlığı gidermiyor.
İktidar bu tercihle, iddialarla yüzleşme ve sonuna kadar gitme imkanından feragat ederek, süreci yönetme imtiyazını kamuoyunun şüphelerine devretmiştir.
İddiaları reddetmek, söylenenleri bilinmez bir “dış güç” kaynağına bağlamak, akla gelen bütün terör örgütlerini, Kudüs’ü, Filistin’i, Suriye’yi, Libya’yı işin içine katmak yöntemlerden bir yöntemdir ama sanılanın aksine sağlam duruş değildir. Esasen, tercih edilen şey, iktidar blokunun böylesi süreçlerde bildiği tek yöntemdir. 128 milyar Dolar rezerv kaybını da, ekonomideki kötü gidişi de veya dış politikadaki kayıpları savunma ve savuşturma da hep aynı yönteme tabidir. Bir başka ifadeyle, “O kadar mükemmel ve ülke için o kadar gerekliyiz ki bizi eleştiren ancak hain olabilir” şablonu asla değişmiyor. Olay ne olursa olsun, iddia ne kadar vahim olursa olsun hatta ne kadar alamet belirirse belirsin.
Söylenene kulak tıkayarak, ithamları görmezden gelerek hepsini bir torbaya koyup topyekün itiraz etmek güç değil, kırılganlıktır. Güçlü devlet ve kendine güvenen iktidarın yapması gereken hem iddialarla yüzleşmek hem de o iddialardan selametle çıkmaktır. Böylesi, zor ve meşakkatli yoldur çünkü, eleştiriye tahammül, araştırma, hukuk ve şeffaflık gerektirir. Ancak, yöntem olarak terazinin öteki kefesine inkar ve örtbası koyduğunuzda yüzleşmek, ülke için de iktidar için de daha sağlıklı bir tercih olurdu. Böyle önerilerin; yani iktidara şeffaf davranmasını tavsiye edenlerin “büyük oyun”un parçası olmakla damgalandığı gerçeğini elbette ıskalamıyorum. Ancak, yaftalar ne kadar ağır olursa olsun, asıl büyük oyunun devlet idaresini zehirleyen her türlü yaşa dışılığa tolerans olduğu gerçeği değişmez. Türkiye, 90’lı yılların sonunda bile Susurluk’u iyi kötü, eksik fazla araştırıp takip edebilmişti. O zaman da iddiaları, vatan millet için çalışanları engellemek için dış güçlerin ortaya attığını söyleyenler vardı ama gerçeğin böyle olmadığı hem o zaman görüldü, hem de yıllar sonra bugün aynı ilişkilerin hala diri olması gösteriyor.
Her adı geçen suçlu olmayabilir, her vaka anlatıldığı gibi karanlık da olmayabilir. Ama, ortada aşırı merak uyandıran ve hukuk kanun tabiriyle makul şüphe gösteren bilgiler var. Bu bilgiler Türkiye’nin yakın dönem hafızasına nakşetmiş karanlık olayları ve sakıncalı ilişkileri çağrıştırmaktadır. Kimilerinin bu iktidar dönemiyle ilgisi varsa da kimi vakalar daha AK Parti kurulmadan yaşamıştır. Hangi dönemde yaşandığına bakılmaksızın, hepsinin birden araştırılması ve hukuk nezaretinde açığa kavuşturulması bu dönemin ve bu dönem iktidarının vazifesidir.
Araştırmak elzemdir çünkü bu tür iddiaların tabiatında vardır; araştırılmazlarsa asla kapanıp gitmezler. Hatta irili ufaklı her gelişme gider o karanlık ilişkilere bağlanır. İktidar blokunun tezleri doğru bile olsa her vaka sonuna kadar hukuk eliyle -ikna edici şekilde- sarahate kavuşturulmazsa kimse bu süreçten karlı çıkmaz. Yıpranmış, yozlaşmış görüntü belirginleşir, kamu idaresi kırılgan hale gelir ve böyle durumlardan en fazla kanunsuzluk cesaret bulur.
Demokrasi ancak güçlü hukukla mümkündür. Her iddiayı bir teoriyle kapatmakla da hukuk tahakkuk etmez.