Sistem müsait değil, sistemin adamları hiç değil…
Gece yarısı son anda eklenen bir geçici madde ile, vadesi 30 Nisan ile 31 Mayıs tarihleri arasına isabet eden çeklerin ibrazı 1 Haziran’a kadar ertelenmişti. Bu tarihler arasında vadesi gelen çek ve senetlere dayalı alacaklar hakkında icra ve iflas takibi başlatılamayacağı, başlamış olanların duracağı da kanunda yer aldı. Yani, bir ay süresinde kimse çek senet öremek zorunda olmayacaktı. Böyle bir şey akla mantığa, piyasa kurallarına asla uygun olmadığı için ve iş dünyası da ayağa kalktığı için kanunla yapılan düzenleme önce basın açıklaması, ardından bakanlık genelgesiyle değiştirildi. Parası olana çek borcunu ödeme izni verildi!
Felaketi durdurmak için önce açıklamayla şanslarını denediler sonra da kanuna karşı genelgeyle. Ki, hatayı başlatan kanun da kanuna aykırıydı! Bu kanunu hazırlayan vekillere, onların başkanlarına; olup biteni boş bakışlarla izleyen sonra da kanunsuz genelgeyle felaketin zirvesine çıkan bakanlığa, bakana, vah. Memlekete vah…
Marketlerde neyin satılıp neyin satılamayacağına dair genelge yayınlamak da böyledir. Bu, akla ve mantığa aykırı, kim neden böyle bir şey düşünür diye sorduran bir başka karardır. Tıpkı çek meselesi gibi market düzenlemesi de salgın gerekçesiyle icat edilen ve ama gerçekte piyasa dengelerini bozan ve kaosu artıran yanlış işlerdendir. Her ikisi de temel haklar açısından ihlaller içerdiğinden hukuki açıdan tartışmalıdır. Ama mesele artık daha büyüktür. Kanuni ve kanunsuz işlemlerin tamamındaki çaresizlik küçük/büyük bütün krizlerin kontrolden çıktığını göstermektedir. Zaten eksik olan kriz yönetme becerisi tümden dibe vurmuştur.
Her istediğini, her aklına geleni kanun yapabilen bir hükümet, yaptığını bari kitabına uydurma ihtiyacı hissetmiyorsa bunun bir sebebi kibir ise öteki sebebi de kontrol kaybıdır. Yani yanlışı kitabına uydurma dikkati de kaybolmuştur. İzlediğimiz manzaralar bu yüzden şaşırtıcı değildir. Mevcut sistemle ve mevcut kadrolarla aksi sözkonusu olamazdı. Sistem liyakati, tecrübeyi, ehliyeti ve denetimi bilerek, isteyerek dışladıktan sonra böyle bir sonucu zaten kabullenmişti.
Bırakın 10 yıllık, 100 yıllık devlet tecrübesini; salgında büyük acılarla, ölümlerle edinilen daha dünkü tecrübeyi bile kullanamayan bir idareden başka netice çıkmaz. Tekrar tekrar aynı hataları yapmak, yeni hatalara koşmak bu sistemin mecburi istikametidir. Gücü tek elde topladığı için kudretli görünen ama tam da bu nedenle sorun çözme bahsinde zayıf bir sistem ile doğal olarak zayıf siyasi ve bürokratik kadronun performansı böyle olmaya mahkumdur. Sadece kanun ve kararname yazımındaki başarısızlık değil; ekonomi, eğitimi, dış politika, eğitim gibi alanlardaki hızlı gerileme de aynı denklemin kaçınılmaz sonuçlarındandır.
Liyakatsiz kadrolar geçekte iş yapmakla sorumlu değildir, zincirleme olarak bir üst makama yaranmakta yarışırlar. İtaatte kusur işlemedikleri müddetçe onlara hatalarından dolayı kimse hesap sormaz. Denetim, istişare, performans gibi hayati kriterler yeni sistemden çıkarıldığı için esasen başarısızlığı sorgulayan bir mekanizma da yoktur. Yaşanan acı manzaranın en basit izahı budur…
Devlet idaresinde artık aşağıdan yukarıya uluşabilen bir karar alma hattı bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı’nın gözüne girmek için yapılan, başı sonu hiç düşünülmeyen ve yanlış da olsa Cumhurbaşkanı’na sorularak yapıldığı için hesabı sorulmayan işlerle yaşıyoruz, yaşamaya da devam edeceğiz. Bu kadar sansasyona ve ortaya çıkan kaosa rağmen şimdiden sonra da aynı hatalar yaşanacaktır. Ne ekonomi, ne dış politika ve ne de salgın yönetimi… Sistemin tabiatı ile Cumhurbaşkanı’nın sistemi işletme biçimi, herhangi bir meseleyi çözmeye, küçültmeye, sevk ve idare etmeye imkan vermemektedir.