Kriz zamanlarında Cumhur İttifakı
Rakamlar ve göstergeler başkanlık sisteminin vaatlerini yerine getirmekte muvaffak olamadığını gösteriyor. Neredeyse hiçbir ünitede iyileşme yok aksine yaygın şekilde gerileme yaşanıyor. Ekonomi, eğitim, hukuk, dış politika vesaire… Bu alanların tamamında hem yerli rakamlar ve değerlendirmeler, hem de küresel istatistikler aynı olumsuz noktayı işaret ediyor. Bahsin bu kısmı malum…
Yeni sistem vaatlerini yerine getirememekle kalmadı tersine gelişmelere de yol açtı. En başta, artık biteceği iddia edilen koalisyon döneminin yüzde 50+1 çıtasının sonucu olarak kalıcı hale gelmesi gibi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle sadece şimdi değil görünür gelecekte de Türkiye’nin koalisyonsuz yönetilme ihtimali kalmamıştır. İktidar da koalisyona mecburdur. Hem de kamuoyuna açıklanan bir programı, ortak hedefleri, sorumluluk ve yetki alanları belirsiz bir koalisyona...
Neticede AK Parti, MHP olmadan, Erdoğan da Bahçeli olmadan kazanamıyor. Baştan beri ortak bir program olmaması, ayrıntılı yol haritası bulunmaması iki partinin sürekli gelişen ilişkilerinde “siyasi hamle” olarak tanımlanabilecek belirsiz ama güçlü bir enstrümanı sistemin kalbine yerleştirdi. Erdoğan’la Bahçeli bazen konuşarak, bazen sessiz kalarak ama sürekli olarak birbirlerini kollayarak siyasi hamle yoluyla süreci götürüyorlar. Bunu, Süleyman Soylu hadisesinde yaşadık. Evvelinde, Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi ve HDP’ye kapatma davası çıkışlarında görmüştük. Son olarak, ola ki çözüm süreci yeniden devreye girer diye yaptığı ikazları dinledik.
Gayet tabii, Devlet Bey iktidarın varlık ve meşruiyet kaynağı olmanın bulunmaz imtiyazıyla siyasi hamle yapmakta çok daha geniş imkanlara sahip. Bilhassa demokratik temelli kronik sorunların çözümü için adım atmaya ne parti olarak yatkın ne de böyle bir sorumluluk taşıyor. MHP, Erdoğan’ı bir zamanlar ilgilendiren, şimdi de cumhur ittifakının oyları gerilediği için ilgilendirmek zorunda olan problemler için risk almak zorunda hissetmiyor. Oyları geri kazanmak için Bahçeli’nin kullandığı yöntem de Erdoğan’ın hemen her konuşmada yapmakta olduğu şeyle aynı. Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedefe koymak, her konuşmada Ahmet Davutoğlu’nu ihmal etmemek, Meral Akşener’e geçit vermemek ve ısrarlı şekilde beka meselesini vurgulamak. Bunların ittifak oylarını tutmakta ve yükseltmekte işe yaramayacağı açıktır. İki liderin, birbirine benzer ifadelerle ülkeye, muhalefete ve dünyaya dair bakış açısına sahip olmaları ittifakın gücü olsa da yıpranmaya karşı da güçsüzlükten başka bir şey değildir. İstanbul ve Ankara’yı kaybettiren bakış açısı ve politika seti buydu. Yine de MHP’nin Cumhur ittifakına bu söylem ortaklığından gayrı katkısı mümkün değildir. İttifakı iktidarda tutmak vazifesi Erdoğan’ın kişisel sorumluluğudur.
Bu nedenle siyasi gerçekler Cumhurbaşkanı Erdoğan için daha can yakıcıdır. MHP ile başarılı bir ittifakı var ama zaman içinde görüldü Erdoğan ittifak kurmakta ve sürdürmekte başarılı olsa da Bahçeli ile arasında adı konulmamış yetki paylaşımında o kadar başarılı değil; hatta kan kaybediyor. Siyasi hamle üstünlüğü zayıflamış durumda ve özellikle kriz zamanlarında bu zayıflık dışarıya daha fazla yansıyor. Muhtemelen Erdoğan, özellikle AK Parti içine yansıma ihtimali olan krizlerde Bahçeli’nin ön almasını bazen avantaj olarak kullanıyor ama bunun sürdürülebilir olmadığı açıktır. Kriz zamanlarında gelişen siyaset yapma tarzı ittifak içinde muhtemelen baştan hiç hesaplanmamış yeni bir denge ve güç alanı ortaya çıkardı.
Bazı analiz ve beklentilerin aksine Cumhur ittifakı devam edecektir bunda problem görünmüyor ama her vartada ve hamlede Bahçeli’nin payı artıyor. Üstelik bunun eleştirilecek yanı da yok. Siyasetin tabiatı böyledir…