Geçti üç, kaldı iki yıl
Bugünlerde yarı resmi olarak seçim sürecine girildi ki esasen son seçimin sabahında yeni seçimin kampanyası başlamıştı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tek şartı olan dramatik yüzde 50+1 barajı gereği başka da yol yoktur. Cumhurbaşkanı, seçimin ertesi günü dahil her günü seçime hazırlıkla geçirmek zorundadır. Bir an olsun bu hassasiyeti kaybetmemelidir. Zira, iki puan yukarı bir puan aşağı almak veya birinci parti veyahut de en çok desteklenen lider olmak, o çıtayı yakalamadıktan sonra anlam ifade etmez.
Dolayısıyla her gün seçimi düşünmek şarttır, yapacaklarını veya seçimde olumsuz etkisi olur kanaatiyle yapmayacaklarını buna göre planlamak mecburidir. Gündelik çözümler bulmak, lütufkar olmak zorundadır ve temel bir meseleyi çözmek hevesiyle oy tabanını küstürmek gibi bir hataya düşmemelidir. Gayet tabii ki böyle bir sistem verimlilik ve başarı üretemez. Nitekim, yeni sistemin de facto uygulamaya başladığı 2016’den beri ve bilhassa resmen hayata geçtiği 2108 seçiminden itibaren hiçbir göstergenin olumlu istikamette seyretmemesi tesadüf değildir. Ekonomide, yargıda, dış politikada, eğitimde vesaire geri gidiş anlaşılabilir sebeplere dayanmaktadır. Çünkü, Türkiye’nin denge ve denetlemesi olmayan tek kişilik hükümet sistemi vardır. Böyle bir sistem; yani karar mekanizmalarının yok olduğu, liyakat ve ehliyeti destekleyen tek bir kuralın bulunmadığı, iki seçim arası bütün tercihleri belirleme imtiyazının hiçbir kurala bağlı olmaksızın sadece hükümet başkanına verildiği bir sistem... Bu durumda o hükümet başkanı her gün her saat seçimi düşünmesin de ne yapsın!
Ne var ki Türkiye’nin büyük ve derinleşmekte olan meseleleri bitmek tükenmek bilmeyen seçim planlarından daha önemlidir. Son bilmem kaç yılın en kötü ekonomisi, itibarını yitirmiş yargı ve adalet sistemi, dış politikada sıfır dost ve alabildiğine düşmana sahip ülke markası ve en nihayet eğitimden kültüre, spordan sivil topluma kadara değer ve bilgi üretemeyen bir ülke tablosu stabil hale gelmiştir. Bu problemlerle önce yüzleşmek, sonra mücadele etmek ve birini ya da birkaçını halletmek gerekirken, yapılan nedir? Hamasetle geçen günler, bitmeyen komplo teorilerine yenisini eklemek ve belirsiz vadeye büyük hedefler yazmak. Derdi dünyadan büyük bir ülkenin gamsızlığı ve umursamazlığıyla; gele gele “Allah bugünümüzden geri koymasın” kanaatkarlığına mahkum oluşundan gayrı ortada elle tutulur, gözle görülür bir şey yoktur.
Yozlaşmayı, çürümeyi, liyakatsizliği, ehliyetsizliği, kirlenmiş siyasetçileri, 128 milyar Dolar’ı, bilimden nasipsiz rektörleri, kapalı okulları, gri pasaportları, göz önünde heba olup giden gölleri, denizleri, iç politikaya malzeme edilip gücünü yitiren dış politikayı ve en başta da makulü, mantığı ıskalayan bir ülkenin kendi kendine anlatıp durduğu hikayenin manası olamaz. O hikayenin, ülkeye ait ne kadar yüzüne bakılır kıymet, birikim, rakam, kurum ve gelenek varsa hepsini birden tükettiği de ıskanalamaz.
Seçim planıyla, oy hesabıyla, cumhur ittifakının üzerine titremekle, millet ittifakında zayıf halka aramakla üç yıl geçti. Sandık zamanında gelirse kaldı iki yıl. Onun da nasıl geçeceği, geride kalan süreden belli. Alın size koskoca ülkenin koskoca beş senesi… Geçen zaman bu ülkenin hayatından, bugününden ve geleceğindendir. Böyle bir ülke sadece problemlerine problem katar. Ne dünyayla rekabet edebilir, ne gücünü, ne de itibarını artırabilir. İşler kötüye gittikçe; sokaktaki insan küçüldükçe, umutlar azaldıkça, hedefler büyür, vadeler uzar, sloganlar ortalığı inletir.