En büyük 10 ekonomiden biri olmak mümkün mü?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin geleceğine dair sözler bahsinde dünyanın en büyük 10 ekonomisi olmak hedefini zaman zaman tekrarlıyor. Şu sözler de son konuşmalarından birisinden alıntıdır:
“Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefini ulaşmaya artık çok daha yakınız. Konjonktürel sıkıntıları yakında geride bırakacağımızdan, yapısal reformlarla kalıcı kazanımlar elde edeceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.”
Türkiye, sahip olduğu nüfus, potansiyel, stratejik konum, insanlarının çaba ve istekleri sayesinde; koalisyonlu yıllar dahil yaklaşık 40 yıldır dünyanın en büyük 20 ekonomisi içerisinde bulunuyor. 17’ye kadar yükseldiği de olmuştu ama şimdi farklı hesaplara göre 19 veya 20. sıradadır. Böyle bir ülke için gerçek anlamda başarıdan söz edebilmek elbette ki daha yukarıları hedeflemektir. Her ne kadar başında bulunduğu hükümet 2023 hedeflerini tamamen kaybetmiş olsa da Cumhurbaşkanı hala ilk 10 ekonomi hedefini dile getirmekte haklıdır. Zira, hedefsizlik siyasi felakettir. Ne var ki, 2023 için yıllardır vaat edilen milli gelir, kişi başı gelir, ihracat, istihdam, enflasyon gibi makro hedefler sapmakla kalmamış yarıya kadar inmiştir. Nitekim, son kalkınma planı ve orta vadeli program, artık bu yarıya inmiş hedefleri gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.
Yine de hedef hedeftir… 2023 olmazsa 2053, olmazsa 2071’de tutturabiliriz demekte mahzur yoktur!
Ama Türkiye, ilk 20’deki ülkelerin hızla büyüdüğü, geliştiği yarışta aşağıdan gelip yarısını geçerek ilk 10’a girebilir mi? İstemekle olur mu? Ya da ne yaparsak yapalım yine de o gruba girmek mümkün mü? Tabii ki değil. Erdoğan’ın “Artık hedefe çok daha yakınız” cümlesi de doğru değildir. Aksine, hiç olmadığımız kadar bu hedeften uzaktayız…
Türkiye’nin potansiyeli yüksek, dinamik ve istekli bir ülke olduğuna ve 2010’larda ulaştığı seviyeyle başarının lezzetini tattığına şüphe yoktur. Gereği yapıldığında yol alındığını tecrübeyle biliyoruz. Ama dünyayla rekabet zannettiğimizden zordur. Türkiye, son yıllarda geri giderken bırakın yukarıdakileri aynı ligdeki ülkeler bile gelişti ve aramızdaki mesafe fazlasıyla açıldı. Güvenilir liman olmaktan çıktığımız için küresel sermayeyi kaçırdık ve tıpkı Merkez Bankası rezervleri gibi net yabancı sermaye girişini de eksiye düşürdük. Cazibemizi kaybettik ve sadece yatırımcıyı kaçırmadık, teknik direktörlerin bile futbol kulübü çalıştırmak istemediği bir ülke haline geldik.
Tablo tatsız olsa da potansiyel değerlidir. En istikrarsız dönemde bile ilk 20 ekonomide kalabilmiş bir devletten söz ediyoruz. Ülkenin sadece iyi yönetildiği takdirde; yani gerçekçi, planlı ve şeffaf idare edildiği şartlarda, doğal olarak yukarılara tırmanacağı aşikardır.
Ne var ki bu meşakkatli yolun bazı küçük şartları vardır.
Hukuk ortamı güvenilir olmalıdır. Yani, dünya hukukun üstünlüğü endeksinde en gerilerde demirlememek, 109. sırada olmamak lazımdır…
Basın özgürlüğü olmalıdır. Yani, dünya basın özgürlüğü endeksinde 154. sırada olmamak lazımdır…
Yolsuzlukla mücadele edilmeli ve şeffaflık olmalıdır. Yani, dünya şeffaflık sıralamasında 86. sıraya düşmemelidir… İlaveten, elbette mafyayla ve devletten himaye gören kirli ilişkiler düzeniyle şiddetli mücadele edilmelidir.
Eğitimi ve bilim olmalıdır. Gençler okuduklarını anlamalı, üniversitelerimizden birisi dünya sıralamasında ilk 500’de olmalı ve üniversite rektörlerimizden birkaçı uluslararası atıf alabilecek çapta kapasite sahibi olmalıdır…
Türkiye’nin küresel patent, icat ve inovasyon liginde hiç olmazsa bir sırası olmalıdır….
Gençlerin eğitim ve gelecek için öncelikle kendi ülkelerini tercih edebilecek, hayatlarını burada geçirmek adına umutları olmalıdır…
Bu şartları yerine getiren, kendi gerçekleriyle yüzleşebilen Türkiye önüne anlamlı hedefler koyabilir. Yoksa hamaset, slogan ve komplolarla zaman geçirmeye devam eder.