Daha çok iddia, daha derin sessizlik
Türkiye bugünkü tabloyu, yaşamakta olduğu manzarayı hak etmiyor diyeceğim ve muhtemelen bu kadarını söylemek yeterli olmayacak. Bu ülkenin uzun süredir yaşadığı o kadar çok hak edilmemiş sahne oldu ki, hangisini hak ediyordu zaten! Hasılı, hak edilmezliği bile anlatacak kelimelerin kifayetsiz olduğu günler geldik çattık.
Ortalıkta ağır bir çürümüşlük tablosu var ve daha kötüsü gerçek çürümenin gerçekte nerelere kadar vardığını bilemiyoruz. Yolsuzluğun, kayırmacılığın, mala çökmenin, hukuksuzluğun akıl almaz yöntemleri göz önüne seriliyor ve at izi ile it izini ayırmak imkansız hale gelmiş bulunuyor. Türkiye’nin böyle bir dönem yaşamadığı cümlesi mübalağa sayılmasın. Bu ülkede Susurluk oldu, faili meçhuller oldu, rüşvet, iltimas zinciri kuruldu, siyaset-mafya-bürokrasi kol kola yürüdü ama böylesi görülmedi. Hiçbir zaman iktidarlar olayları örtmeye çalışmadı, asla sessiz kalınmadı, siyaset başını kuma gömerek fırtınanın dinmesini beklemedi. Hiçbirisi vatan-millet-sakarya edebiyatıyla vakit geçirmeye çalışmadı.
Mafyalaşma, yolsuzluk ve kanunsuzluktan daha elim ve vahim olanı bunlara suskun kalmak, laf gevelemek; iktidarı koruma kollama arzusunu bütün değerlerin üzerine koymaktır. Türkiye bugün böyle talihsiz bir dönemi yaşıyor. Her şeye gücü yeten, yedi düveli titreten iktidar ortalığa saçılan ve ete kemiğe bürünmeye başlayan iddialar karşısında çaresiz…
Kaçmak, konuşmamak, geçiştirmeye çalışmak işe yaramaz. Siyasi tarih tecrübesiyle sabittir. En ağır tahribatı susanlar, susarak kurtulmayı umanlar yaşar. Yüzleşmek, dürüstçe davranmak, eğriye eğri doğruya doğru demek en iyi yoldur. Daha doğrusu tek yoldur. Siyaset ve bürokrat sınıfı böyle yakalandığında artık devleti yönetmekten kaynaklanan gücü ve nüfuzları zerre para etmez. Ne kadar gizlese, ne kadar sussa faydasızdır. Siyasetin tek sermayesi itibardır ve bir kere eksilince iadesi yoktur. Siyaset sınıfı elde güç varken nasıl orantısız güçlüyse, böyle hallerde de orantısız derecede savunmasızdır. Birkaç suç ortağı ve emir komutaya mahkum birkaç zayıf adam dışında el uzatacak kimse bulunmaz. Zamanla onlar da uzaklaşır ve bu halet-i ruhiye sürdürülemez bir noktaya gelir. İhtişam, güç, kudret başa bela olur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan olayların başında -ve dün yeniden- adı geçen isimleri muhafaza altına alarak, yaşananların büyük bir komplo olduğunu ve hedefin de Türkiye olduğunu ilan ederek bir karar vermişti. Ya feda edecek ye de savunacaktı ikincisini yaptı. Erdoğan böylelikle iddialarda adı geçen siyasetçi, bürokrat ve iş adamlarına büyük bir moral destek de aktarmış oldu. Bütün iddiaları devlete karşı bir operasyon parantezine alarak hepsine rüyalarında göremeyecekleri bir imtiyaz bahşetti.
Cumhurbaşkanı, doğal olarak sürecin siyasi sorumluluğunu üzerine alarak mahkeme yolunu değil milletin ortadaki iddialara karşı kendi zihninde yapacağı yargılamayı tercih etmiştir. Kendisi için siyasi açıdan daha emniyetli görünen yol iddialar karşısında şüpheli tutum takınmak olabilirdi ama Cumhurbaşkanı’nın böyle durumlarda defansif davranma geleneği bozulmadı.
Ne var ki iddialar, şüpheler ve kanunsuz hal fotoğrafları çığrından çıktı. Erdoğan’ın 25 gün bekleyip iyice tartarak, ölçerek biçerek verdiği karar bugün artık yetersiz kalmaktadır. Sürecin sevk ve idaresini temin etmek şöyle dursun kontrolü tamamen itham ve iddiaların inisiyatifine terketmiştir. O kadar ki bugün artık Erdoğan’ın ne diyeceği değil, hiç olmazsa somut ithamlara dair neden bir şey demediği merak edilmektedir.
Dedik ya tecrübeyle sabit; bu gündem bitmez, kafayı eğip beklemekle bu fırtına geçmez. Ortada bu kadar soru varken başka gündem de imdada yetişmez...