Buzdolabından derin dondurucuya
Eskiden olsa yer yerinden oynardı; hatta önemsiz bir kâğıttaki önemsiz bir cümlede bir virgülün yeri değişse kıyamet kopardı. Ama şimdi Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle müzakereleri buzdolabından alıp derin dondurucuya kaldırması bile alaka uyandırmıyor. En büyük tepki, “Zaten müzakere mi vardı da yenisini yapmayacaklarmış” seviyesinde kalıyor. “Yapsalar şaşardım”, veya…
Hükümetin yolun başında AB ile müzakere ve her türlü iyi ilişkiyi bir başarı olarak sunup, aynı hikayeyi bugün böyle umursanmaz hale getirmekteki başarısını da kayda geçirelim. Hem geçmişte AB ile müzakere etmeyi, hem de bugün etmemeyi birer “başarılı icraat” olarak kullanabilmek, faydası tartışılır ama siyasal iletişim açısından yabana atılır bir kabiliyet örneği değildir.
***
AB ile aramızdaki hikaye gerçekten de o kadar donuk ve soğuk ki en istekli olanların bile hevesi kırılmış durumdadır. Başta AB içinde Türkiye’ye antipatik olanlar sayesinde, devamında hükümetin bilinen tutumları zaten zor olan üyelik sürecini iyice çıkmaza sokmuştur. Üyelik bir yana rutin müzakereleri; yani bir şekilde AB çıpasının kullanımını imkansız hale getirdi. Brüksel epeydir şikayetçi olduğu insan hakları, adaletsiz yargılama ve Türkiye’nin özellikle Libya’daki hamleleri üzerinden dış politika eleştirilerini tekrarlıyor ama bu da ilgi çekmiyor. Nihayetinde AB bir ABD değil, tepkisi de çok mühim değil. Avrupa Birliği veya Avrupa Konseyi ne kadar reaksiyon gösterirse göstersin, korkutucu da değil. Nitekim, bütün bu gergin havaya rağmen Türkiye’nin Euro bölgesiyle ticareti gelişiyor; hatta son aylarda onlardan aldığımız -ithalat- azalırken, sattığımız -ihracat- artıyor. Allah bereket versin, aç değiliz, açıkta değiliz.
Gayet tabii ki bu kadar basit değil. Birliği ve konseyi dahil bütün Avrupa’yla kavgalı olmak bize milyarlarca Dolar-Euro doğrudan yabancı yatırım kaybettirdi, kaybettiriyor. Bu kavga bizim dış borçlanma -ki, yüzde 70’den fazlasını Avrupa finans kurumlarıyla yapıyoruz- maliyetini dört-beş katına çıkarıyor. Aramızdaki tansiyon bir puan yükselince, ödeyeceğimiz faiz/CDS 100 baz puan artıyor. Bu şekilde ihtiyacımız olan yabancı kaynağı buluyoruz ama durduğumuz yerde daha borçlu hale geliyoruz. Türk Lirası olarak fatura şiştikçe şişiyor ve geleceğimizden eksiltiyoruz. Her kavganın şehveti olduğu kadar maliyeti de var. Mesela, ilişkilerimiz bu kadar kötü olmasa Çin, Kore veya adı bilinmeyen modelsiz modele mahkum olacağımıza; sadece Avrupa’ya daha çok mal satarak, 2023 hedefi olan 500 milyar Dolar değilse de 350/400 milyara çoktan ulaşmış olacaktık. Hasılı, “Onlar da kim oluyor” demek kolay ama hiçbir şey de maliyetsiz değil...
***
Avrupa Birliği ile aktif müzakere yapan bir ülke olmakla olmamak arasında ciddi bir fark vardır. Türkiye bugün, bu farkın marjinal faydasını tamamen defterden silmiş durumdadır. Aslında tablo iki taraf için de böyledir. Türkiye ile üyelik ilişkileri süreci Avrupa’nın en vizyonsuz ve beceriksiz genişleme politikası, tersinden AB de Türkiye’nin en başarısız dış politika projesidir. İki taraf da fırsatlar kaçırdı, fırsatlar kaçtıkça da en sonunda “Demek böyle de olabiliyormuş” duygusu hem Ankara’ya hem de Brüksel’i uyuşturdu. Bugün ise, bedelini öderiz kavgamızı yaparız durumundayız. Hükümetin hissiyatı böyledir; bilhassa seçim havaları esmeye başladığında… Karşıda Türkiye’yi zinhar Avrupa içinde görmek istemeyenler var ki onların da istediği bundan başka bir şey değil. Ortada hiç bahane yokken bile yola taş koymak için fırsat kaçırmazlardı; şimdi hiç kaçırmıyorlar.
Şu kadar bilmem kaç on yıllık Türkiye-Avrupa Birliği hikayesi de işte böyle buzdolabından derin dondurucuya, oradan da kim bilir nereye yuvarlanıp duruyor.