Bir tık altı bir tık üstü
Türkiye’nin dış politikada ilişki standardını anlamak hiç kolay değil. Görünüşe göre ve sözlere bakınca hemen her ülkeye karşı reaksiyon, tepki ve posta koymak politikasını güdüyor olmalıyız. Bu o kadar bariz ki, sözgelimi ABD ile ilişki talep edildiğinde müttefik olma gerekçesini ileri sürerken, aynı zamanda ve bazen aynı konuşma içerisinde bu ülkenin ancak kavgalı olduğu ülkelerden duyabileceği cümleleri de esirgemiyoruz. Veya Avrupa Birliği’ne, Almanya’ya, Fransa’ya…
Benzer bir ilişki biçimi Körfez ülkeleriyle ve Suudi Arabistan’la da var ve yakın zamana kadar Mısır’la da yaşanıyordu. Sonuçta Mısır’la ilişkiler Sisi’nin askeri darbeyle işbaşına gelmesi üzerine bozuldu ve muhtemelen alelacele rest çekme kararı darbenin kısa ömürlü olacağı varsayımına dayanıyordu. Birçok ülke gibi hem darbeyi kınayıp hem de ikili ilişkileri belirli dozda sürdürmek de bir seçenekti ama böylesi tercih edilmedi. Eğer arkasında durulacak olursa tamamen demokratik prensiplere dayalı bir tavır olarak ağır tepki politikası bile savunulabilirdi. Öyle de olmadı… Mısır’da darbe yönetimi kendisini bir şekilde dünyaya kabul ettirdi -ki bu beklenmedik gelişme sayılmazdı- ve şimdi Türkiye, bu ülkeyle ilişki kurmak için çağrıya başladı.
Sisi yönetiminin tartışmasız en büyük düşmanı sayılabilecek Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gelişmeden hem memnun hem de sanki geride kalan yıllar yaşanmamış gibi istekli görünüyor. Şu sözler Erdoğan’a ait:
“Mısır’la istihbari, diplomatik ve ekonomik olarak zaten işbirliği sürecimiz devam ediyor. Bunda herhangi bir sıkıntı söz konusu değil. En üst düzeyde değil de en üst düzeyin şöyle bir tık altında bu devam ediyor. Tabii gönlümüz özellikle ister ki yani Mısır’la olan bu süreci çok daha güçlü bir şekilde devam ettirelim. Onun için de yapılan bu istihbari, diplomatik, bunun yanında siyasi görüşmeler netice verici olduktan sonra biz bunu çok daha ileri kademelere taşırız çünkü Mısır halkıyla Türk milletinin ayrı olması söz konusu değil. Herhalde Mısır halkını Yunanistan’ın yanına yerleştirmek mümkün değil.”
Erdoğan’ın Kahire yönetimiyle ilişkileri toparlama isteği bellidir. Bir tık üzerini yani Sisi’yle masaya oturmayı düşündüğünü de gizlemiyor. Zaten en başta da belirli seviyede korunması gereken ilişkilere, yeniden dönüş girişimi değerlidir. Her ne kadar Türkiye’nin bizzat Cumhurbaşkanı seviyesinde yaptığı çağrıya Mısır’dan ismi açıklanmayan bir yetkili cevap vermiş olsa da ve o cevapta da önce Türkiye’nin Arap ülkelerine yönelik politikalarını değiştirmesi çağrısı bulunsa da diplomatik adım, diplomatik adımdır; zararı olmaz. Zararı olan, sonunu düşünmeden yapılan kahramanlıklardır. Türkiye de şimdi bu çelişkiyi yaşıyor. Fizibilitesi yapılmadan, artısı eksisi hesaplanmadan çok ilişki hasarlı hale geldi ve ülke bu yanlışların faturasını ekonomi ve güvenlik maliyetiyle ödedi, ödüyor.
Elbette dış politikada mutlak öngörülür olmak tavsiye edilemez ama bir ülkeyle veya bir ittifakla ilişkilerin prensip ve standartlara bağlı olması beklenir. Böyle olduğu için de en kızgın anlarda bile dünyayla ilişkilerin iç politika malzemesi yapılmaması, yapılacak olursa bile bir açık kapı bırakılması şarttır. Kapıları kapatan, sınırsız iç politika malzemesi yöntemi keskin geri dönüşlerde eziyet çektirir.
Yine de Türkiye’nin girmeye niyet ettiği yol isabetlidir. Esasen kaçınılmazdır da… Meğer ki ilişkileri kurmaya çalışırken kullanılacak dil kontrolden çıkmasın. İlişkiler bozulurken sözlerdeki sınır tanımaz cömertlik, muhabbet kurarken coşkuyla öteki tarafa geçmesin. Yani, gerçekçi olsun, karşılıklı çıkarlara otursun ve illa da iç politika malzemesi yapılmasın…