‘Zor oyunu bozar’
Bugünlerde önce S&P’in, ardından Moody’s’in ekonomimizle ilgili yaptığı can sıkıcı değerlendirmeler tartışılıyor. Tabii ki, konunun teknik ve ekonomik yönlerine dair laf etmek benim haddim değil. Onu uzmanları bilir. Ancak –herkesin izlediği gibi- bu mesele büyük ölçüde ahlâkî boyutuyla tartışıldığı için ben de o konuda gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmak istedim.
***
İzlediğim kadarıyla iktidar partisi mensupları ve onlarla aynı çizgide duranların çoğu, bu kuruluşların verdiği kararların arkasında kötü niyetlerin, Türkiye husumetinin, ülkemiz üzerine yapılan olumsuz hesapların bulunduğunu, hatta bunun bir “üst akıl” tarafından yönetildiğini söylüyor, yazıyorlar. Kimileri ise bu iddiaları tamamen haksız buluyor; “Ortada kötü niyet falan yok. Ekonomimiz not düşürmeyi gerektirecek bir seyir izlediği için hak ettiğini aldı” diyorlar. Bazıları da “Evet, ortada kötü niyetler olabilir, oluyor da. Ama biz onu kafaya takacağımıza, işimizi daha iyi yapmanın, ekonomik performansımızı geliştirmenin çarelerine bakalım” diyorlar. Ekonomiden anladığımdan değil ama genel olarak insanlık tecrübesine baktığımda bu son görüş daha inandırıcı geliyor bana.
Konuya şuradan bakmamızın faydalı olacağını sanıyorum: Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünden daha önemlisi, bizim kendimiz için ne yaptığımız, neleri başardığımızdır. Ahlâktaki tabiriyle kendi ödevlerimizi yapıp yapmadığımızdır. Daha da önemlisi, iş ahlâkıyla, görev ve sorumluluk bilinciyle, üretme kültürü ve becerileriyle donanmış insanlar yetiştirip yetiştirmediğimizdir. Yüce Allah Kur’an’da “Sonra sizi yeryüzünde yöneticiler yaptık ki, görelim nasıl iş yapacaksınız” buyuruyor.
I. ve II. Dünya Savaşı sonralarında Almanya’nın ekonomik gücü ve imajı, kötünün de ötesinde, sıfır noktasındaydı. Biz onlarla birlikte birinci savaşa girdik ve onlarla birlikte kaybettik. Onlar sadece 20 yılda toparlanıp ikinci bir dünya savaşı çıkaracak kadar güçlendiler. 1939’da Almanlar savaşı başlattıklarında biz –halkın deyimiyle- toplu iğne bile yapamıyorduk. Sonra Alman ekonomisi yine yerle bir oldu. Ve Alman ekonomisi yine güçlendi, yine dünya ekonomisi haline geldi. Geçen yıl Türkiye 144 milyar dolarlık, bizimle aynı nüfusa sahip olan Almanya 1,5 trilyon dolarlık ihracat yapmış.
Dünya Almanları veya Amerikalıları çok mu seviyor da onların ürettiği mallara oluk oluk döviz akıtıyor? Tam tersine; bugün ABD’nin emperyalist siyasetinden nefret etmeyen birkaç toplum ya çıkar ya çıkmaz. Almanların da dünyada pek sevildiğini zannetmiyorum. Ama ikisinin de kredi notları tavanda.
***
Bir de şu var: Moody’s benzeri kuruluşlar değerlendirmelerini ekonomik göstergelere göre yapıyorlar. Ancak –anladığım kadarıyla- bu değerlendirmelerde siyasal istikrar, âdil yargılama, sermaye ve yatırım güvencesi, hayat kalitesi, insan hakları gibi konularda dünyaya verdiğiniz intibalar da ister istemez bir psikolojik arka plan oluşturuyor. Bunu da normal karşılamak lazım. Çünkü artık bu tür konularda kimse kimseye “Bu bizim iç meselemiz, karışamazsınız” diyemiyor; dese de pek dinleyen olmuyor.
Öyle sanıyorum ki mesele birilerinin bizi sevmesi ya da sevmemesi değil; mesele “üst akıl” vs. de değil. Bunlar olabilir, olmayabilir. Ama asıl mesele bizden kaynaklanıyor. Yaptığımız işler, ürettiğimiz mal ve hizmetler verimli ve kaliteli olduğu; aynı şekilde yargı kurumlarımız iyi ve âdil çalıştığı, siyasetimizin kalitesi yükseldiği, insanlarımızın hayatları, hakları ve özgürlükleri güvencede olduğu, bütün bunlar ve benzerleri dünya ölçeğinde bir kaliteye ulaştığı zaman dünya da bunu görür. Birileri bizi sevebilir ya da sevmeyebilir; ama başardıklarımız mutlaka görülür ve değerlendirilir.
Ne demişler: “Zor oyunu bozar.”