Otoriter yönetimlerin kültürel arka planı
Dünyada farklı olanların dışlandığı, yok edilmek istendiği çağlarda Müslüman yöneticiler, Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’den aldıkları ilhamla dinî ve etnik gruplar arasında güçlü bir hoşgörü geleneği oluşturdular; Endülüs’ten Hindistan’a, Balkanlar’dan Filistin’e, her yerde 19. yüzyıla kadar süren bir ‘barış içinde birlikte yaşama’ tecrübesi geliştirdiler.
Fakat ‘özgürlük ve eleştiri kültürü’ başka bir şey… Günümüzdeki içeriğiyle bu kültür modern zamanların ürünü. Eski dünyanın bütün toplumları gibi İslâm toplumları da bu anlamda bir özgürlük ve eleştiri tecrübesine sahip değildi.
***
Aslında Hz. Peygamber ve ilk halifeler döneminde özgürlük fikri önceleniyor, Peygamber dâhil herkesin şahsi düşünce ve uygulamaları tartışılabiliyordu. Mesela bir kadın, Peygamber’e gelerek kocasının “zıhar” denilen İslâm öncesine ait bir usul ile kendisini boşadığından yakınmış; Peygamber ise bu boşamayı onaylayan bir cevap vermişti. İlgili âyette “kocası hakkında seninle tartışan kadın…” denilmesi, Peygamber’in onayına kadının itiraz ettiğini gösterir. Sonuçta kadının itirazı dikkate alınıp söz konusu boşama usulü kaldırılmıştır (Kur’an 58/1-4).
Başka bir örnek: Halife Ömer camide yaptığı bir konuşmada mehir (erkeğin evleneceği kadına ödemesi gereken para) miktarına bir üst sınır koyduğunu açıklamıştı. Topluluk içinden yine bir kadın Halife’ye itiraz etti. Bu kararın kadınlar aleyhine haksızlık doğuracağını, üstelik ilgili âyetlere de (4/20-21) aykırı olduğunu söyledi. Hz. Ömer, “Doğru düşünen bir kadın, hata eden bir Başkan!..” dedi ve kararından vazgeçti.
Örnekler çoğaltılabilir. Ancak bu ortam fazla sürmedi. Diyebilirim ki Emevîler’den itibaren günümüze gelinceye kadar -çok azı müstesna- Müslüman yöneticiler özgürlük kavramından ve eleştirel düşünceden hazzetmediler. Emevîler, genç devletin istikrarını düşünerek, teorik planda özgürlüğü savunan ve siyasal muhalefetin fikrî zeminini oluşturan Mûtezile hareketinin öncülerine karşı tavır aldılar. “Kulların fiilleri”nde insan iradesinin etkisi bulunmayıp bunların tamamen Allah’ın takdiriyle oluştuğunu savunan, dolayısıyla siyasi alanda mutlak teslimiyeti telkin eden Cebriyye’nin kaderci yaklaşımını desteklediler. Böylece dönemin meşhur âlimi Hasan-ı Basrî’nin ifadesiyle “haksız eylemlerinin sorumluluğunu Allah’a yükleyip kendilerini temize çıkardılar.” Buna karşılık Emevîler’i yıkmayı hedefleyen Abbasîler özgürlük savunucusu Mûtezile’ye tam destek verdiler. Ancak 750 yılında Emevî yönetimini yıktıktan yüzyıl sonra iktidarlarını adamakıllı oturtunca, bu kez onlar Mûtezile’yi tehlikeli görüp tarih sahnesinden sildiler. Elbette bunda, Mûtezile’nin, siyasi otoriteyi rakiplerine karşı kışkırtıp ağır baskı uygulatmalarının da etkisi vardı.
Bundan sonraki dönemlerde Sünnî dünyada hâkim ekol, cebirci düşüncenin yumuşatılmış şeklini benimseyip geliştiren Eş‘arîk oldu. Özgürlükçü fikirler ise –Mûtezile’ninki kadar cesurca olmasa da- belli ölçüde Mâtürîdîk coğrafyasında dillendirilebildi. İlginçti ki, Türkler Mâtürîdî mezhebine bağlı oldukları halde, hem Selçuklular hem de Osmanlılar, eğitimde ve siyasette toplumu uysallaştırıcı Eş‘arîlik öğretisini yeğlediler.
***
Ne var ki, modern eğitim ve siyaset felsefesi ve pratiği, eski çağların cebirci zihniyetinin değil, özgürlükçü yaklaşımın her alanda daha geliştirici olduğunu gördü; buna uygun bir hoşgörü ve sorumluluk anlayışı geliştirdi. İslâm dünyasındaki yönetimler ise eski devirlerin cebirci anlayışında kaldıkları için özgürlükçü-eleştirel yaklaşımları tehlikeli görmeye devam ediyorlar. Türkiye’nin bile, 140 yıldır uğraşmasına rağmen hâlâ demokrasisini yeterince güçlendirememiş olmasının arkasında da böyle bir zihniyet dünyası yok mu?