Müslümanlar ‘bütünleşebilir’ mi?
Önce, bildiğimiz gerçeği bir daha hatırlayalım: Bugün İslâm dünyası ağır sorunlar yaşıyor. Bir sorunu aşmanın ilk şartı onun gerçekten “sorun” olduğunu görmektir. Tıpkı tedavinin ilk şartının hastanın hastalığı kabul etmesi olduğu gibi. Sonra da sorunun sebepleri, mahiyeti ve nasıl çözüleceği gibi konuları kendimizi aldatmadan gerçekçi bir şekilde düşünmek gerekiyor. Bunları, aşağıdaki ifadelerimden karamsar düşündüğüm şeklinde bir sonuç çıkarılmasın diye yazıyorum.
***
Karar’ın 1 Ekim sayısında Berdal Aral imzasıyla bir yazı yayımlandı. Sayın Aral, “Dağınık Müslüman Toplumlardan İslam Dünyasına…” başlıklı yazıda İslâm ülkeleri arasında “bütünleşme”nin mümkün olduğunu başlıca şu verilere dayandırıyordu:
1. “Genç nüfus”; 2. “Komşuluk konumu”; 3. “Yeraltı kaynağı, hammadde bolluğu”; 4. Sömürgecilere karşı “ortak aidiyet bilinci”.
Akılla, hikmetle yönetildiği takdirde bunlar paha biçilmez imkânlar. Ama fiili duruma baktığımızda şu gerçeklerle karşılaşıyoruz:
1. “Genç nüfus”, akıl ve ferasetle yönetilmezse dezavantaj haline gelir. Nitekim bugün çok sayıda İslâm toplumu bu sorunu yaşıyor.
2. “Komşuluk konumu” da zararlı bir unsura dönüşebilir. Nazi felaketinden en büyük zararı Almanya’nın komşuları gördü. Günümüz Türkiye’si de en büyük sıkıntıyı -Hıristiyan komşularından değil- Müslüman komşularından çekiyor.
3. Müslüman coğrafyanın “zengin kaynakları” iyi yönetilmediği için bölgede sorunların daha da ağırlaşmasına sebep oluyor. DAİŞ’in en büyük kaynağı petrol.
4. İslâm ülkelerinde yakın ve orta bir gelecekte “sömürgecilere karşı ortak aidiyet bilinci”nin oluşacağı gözükmüyor. Tersine, bu coğrafyada iç çatışmaların durdurulması “sömürgeciler”den bekleniyor.
Özetle, hali hazırda Sayın Aral’ın gösterdiği veriler, kendisinin teoride beklediği sonuçların tersini üretiyor. Yazarın tek somut olumlu örneği İslâm İşbirliği Teşkilatı’dır. Fakat bu yapının yarım asra yaklaşan tarihinde, varlığını anlamlı kılan bir tek başarısı görülmedi.
Sayın Aral’ın bahsettiği “ortak dinî aidiyetler” iyi yönetilirse elbette bekleneni verir. Ne var ki İslâm toplumlarındaki dinî aidiyetler şimdilerde birleştirici değil, parçalayıcı ve çatıştırıcı bir işlev görüyor. Bugün dinî yorumlar üzerinden üretilen siyasal ayrışmalar o kadar güçlü ki, birçok İslâm ülkesinin kendi içinde bile terör ve iç savaş kol geziyor. Günümüzde neredeyse sadece İslâm ülkelerinde darbeden bahsediliyor. İşin ilginç yanı da darbe ve kargaşaların bir şekilde din referanslı olmasıdır. Türkiye’de bile ilk defa kanlı FETÖ kalkışmasında darbe “din” kisvesine büründü.
Gelecekte neler olur, bilmiyorum; ama şimdilik Müslüman toplumlarda Berdal Hocanın beklentilerinin olacağını gösteren somut veri yok gibi. Bu toplumlar için en büyük sorun, şimdilerde en güçlü ayrıştırıcı olan gerçekliktir ki, o da masum dinî yorum ve mezhep farklılıklarının siyasal alana taşınmasıdır. Hoca, ‘dini esas alan bir birliktelik’ten bahsediyor. Bir birliktelik olacaksa elbette onun en temelinde ortak dinî-ahlâkî değerler dünyası bulunacaktır. Nitekim Avrupa Birliği böyle. Bu, meselenin olması gereken tarafı. Fakat İslâm dünyasının şimdiki durumunda olan taraf böyle değil.
***
Ne yapılmalı? Çok şey söylenebilir. Ama öncelikle bugüne kadarki yanlış işler artık bir daha yapılmamalıdır. Meselâ İslâm ve ümmet gibi dinî kavramlar, yapısı gereği rekabetçi ve ayrıştırıcı olan siyasal alanda başarı aracı olarak kullanılmamalıdır. Kültürümüzde bu tür kavramlar, bizi dinî ve toplumsal ‘tevhid’e taşıyan, Rabbimizle ve birbirimizle kurduğumuz ruh ve gönül birliğinin adıdır ve ait oldukları yerde rahat bırakılmalıdır. Çünkü siyasetin kendi işinde dini kullanması, -görüyoruz ki- hem dine hem siyasete hem de topluma zarar vermektedir.