Milletimiz için İslâm dini ne anlama geliyor?
Son yıllarda gerek ülkemizde gerekse İslâm dünyasında yaşanan sıkıntıların –görünürde- bir şekilde din bağlantılı olması, yeni nesillerde dinimiz üzerine bir sorgulama yapma ihtiyacını doğuracaktır. Bilhassa bu konuda yeterince bilgi birikimi olmayanların ciddi yanlışlara düşmelerinden endişeliyim.
Genelde İslâm tarihi, özelde kendi milli tarihimiz içinde İslâm’ın yapıcı, geliştirici, medeniyet inşa edici rolünü görmeden, sadece bugün yaşananlar üzerinden değerlendirmede bulunmak son derece yanlış ve yanıltıcıdır. Bu gelişmelerde dinimiz görünüşte ön plana çıkarılıyorsa da gerçekte olup bitenlerin politik, ekonomik ve benzeri küresel sebeplerden kaynaklandığını, bu arada İslâm’ın gerçekten mağdur edildiğini asla göz ardı etmemek gerekir.
***
Bizde sosyal bilimler, kendi dinimiz ve kültürümüz hakkında yeteri kadar bilgi ve malzeme sunacak kadar gelişmiş değildir. Ancak yine de mevcut bilgilerin şu gerçeği gösterdiğinden kimsenin kuşkusu olmasın: Tarihimizin en büyük dönüm noktası, atalarımızın yoğun olarak İslâmiyet’i kabul ettiği 10-11. yüzyıllardır. Bilindiği kadarıyla atalarımız tarihlerinin en büyük kültürel, siyasal, sosyal gelişimini, kısaca topyekûn yapısal değişimi bu dönemle birlikte gerçekleştirmiştir. Şöyle ki:
* Öncelikle milletimiz kitleler halinde Müslüman olarak inanç dünyasını neredeyse toptan yenilemiş, eski değerlerini bütünüyle yeni dinlerinin süzgecinden geçirmiştir.
* O döneme kadar göçebe ağırlıklı bir toplum iken hızlı bir şekilde yerleşik medeniyete geçmiştir.
* Daha önce etnik bakımdan monolitik bir toplum iken, benimsediği yeni dinin öğretisi gereği, yerleştiği yeni coğrafyadaki diğer Müslüman kavimlerle kaynaşarak çok kültürlü toplum olma düzeyine sıçramıştır. Bunun sonucunda ‘Türk’ kelimesi de giderek bir kavmin ve ırkın ismi olmaktan çok, bir kültürü ifade etmeye başlamıştır.
* Milletimiz, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra -çeşitli inişler ve çıkışlar yaşamakla birlikte- tarihte ilk kez olmak üzere, varlığını bugünkü Cumhuriyet Türkiye’sine kadar kesintisiz koruyan siyasal bağımsızlığına ulaşmıştır.
* Yine ilk kez İslâmiyet’i kabul ettikten sonra mimari, musiki, edebiyat gibi sanat alanlarında kalıcı eserler üretme yoluna girmiş, medeniyet inşa edici bir toplum olmuştur. O güne kadar sadece sözlü kültüre sahipken yazılı kültüre geçmiştir. İlk önemli yazılı fikir eserimiz olan Kutadgu Bilig’in 1069’da Yusuf Has Hâcib isimli Müslüman Türk şair ve düşünürü tarafından; kültürün en temel ögesi ve taşıyıcısı olan dilimizle ilgili Divânü lügâti’t-Türk adlı ilk eserin de 1074’te Kaşgarlı Mahmud tarafından yazıldığını hatırlayalım.
* Milletimiz, İslâm öncesi tarihinde genellikle, başta Çinliler olmak üzere, başka milletlerin etkisine açık olup sürekli istilalara maruz kalmakta veya içten çökertilmekte idi. ilk kez İslâmiyet’i kabul ettikten sonradır ki, kendi kaderini kendisi belirleyen bir millet olma bilincine ve düzeyine ulaşmış; çok kısa zamanda İslâm’ın hilafet merkezinde fiili inisiyatifi eline almıştır. Persler, Bizanslılar gibi binlerce yıllık medeniyetleri olan milletlere karşı üstünlük sağlamıştır. İslâm’ın maddî, manevi, coğrafi kutsallarını her türlü saldırılara karşı koruma işlevini bütün tarihi boyunca sürdürmüş; bu işlevi kendisi için milli onur saymıştır, halen de saymaktadır. Çünkü bu onurun, yani İslâm’ın ve Müslümanların harimini koruma sorumluluğunun kendisine, dünyanın gelmiş geçmiş birkaç devletinden birini kazandırdığı gerçeğinin hep farkında olmuştur.
***
Sözde “hoca”nın kurduğu FETÖ denilen fitne yuvasının içimizi kararttığı şu günlerde sakın ola ki dinimiz hakkında yanlış kanaate sapılmaya diye bunları hatırlatmak istedim.