Hayırlı bir ‘KARAR’ için
Yusuf Ziya Cömert Bey’den KARAR adını duyunca aklıma Âl-i İmrân/159. âyet geldi. Bu âyet kamu işleriyle ilgili bir ‘karar’ın hayırlı ve başarılı olması için gerekli ahlâkî şartları bildirir:
• İnsanlara şefkatle yaklaşmak
• Kopuş nedenleri olan sertlik ve kırıcılık yerine yumuşak ve nazik davranmak
• Hoşgörüp affedebilmek
• İlgililerle istişare etmek
• Nihayetinde ‘karar’ verip Allah’a sığınarak gerekeni yapmak.
KARAR’ı çıkaranların bunlara ve mesleğin gerektirdiği diğer ahlâk ilkelerine hep bağlı kalacaklarına inanıyorum. Yolları açık olsun.
Kararların arkasında yapıcı ve paylaşmacı ahlâkî ilkelerin bulunması çok önemli.İnsanlık tarihi, bu ilke ve değerlerden kopmanın verdiği acılarla, savaşlarla, yıkımlarla dolu.
Bu bakımdan birçokları gibi ben de Batı dünyasının “Bir daha aslâ!” diyerek bugün geldiği barış ortamını, bu acılardan edinilen tecrübelerin ürünü olarak görüyor ve önemsiyorum.
Düşünebiliyor musunuz: ABD’sinden, Kanada’sından tutun da Norveç’ine, Yeni Zelanda’sına kadar kültürel Batı’yı oluşturan ülkeler –sanırım tarihlerinde ilk defa- kendi aralarında savaşsız yetmiş yılı geride bıraktılar.
Neden?
Çünkü çatışarak değil de -âyetteki ifadesiyle- “leyn” ve şûrâ” ile yani yapıcı ilişkilerle, konuşarak sorun çözmenin güzelliğini farkettiler. Böylece insan yeteneklerini -çatışma yerine- güvenlik, barış, bilim, ekonomi, refah düzeyi vs. alanlarda gelişmeye yönelttiler. Yetmiş yıl önce birbirlerinin on milyonlarca insanını öldürenlerin, bugün Avrupa Birliği gibi bir güç, prestij ve değerler dünyası oluşturması insanlık için büyük bir tecrübedir.
Hakkı teslim etmek ve bu tecrübeden yararlanmak gerektiğini düşünüyorum. Eğer insanlık, iyi yönlerini takdir ederek, eksik yönlerini de tamamlayarak bu tür süreçlere katılırsa bundan bütün dünya fayda görecektir.
Gerçi ötekileştirme ve öteki gördüğü zayıfları bastırıp sömürme arzusu, insanoğlunun ilkel güdülerindendir. Ve –görüyoruz ki- günümüzde “gelişmiş” ülkelerin güçlüleri de ötekileştirdikleri zayıf toplumlar üzerinden hâlâ bu güdülerini doyurmaya devam ediyorlar.
Bu doğru…
Ama başka bir doğru daha yok mu: O ‘ötekiler’in hiç mi günahı yok?
Yüzbinlerce Suriyeli, Iraklı, Afganistanlı… Bir Batı ülkesine ulaşabilmek için neleri göze alıyor!
Neden?.. Sadece bir lokma ekmek için ve biraz insan yerine konmak için…
Yani öz vatanlarında mahrum bırakıldıkları temel hakların asgarisine kavuşmak umuduyla...
Kanaatimce sorun sadece şu veya bu kişi, kesim değil sorun hepimiz… Bu, hepimizin içinde doğup büyüdüğü, eğitildiği bir kültür ve zihniyet sorunu… Ben size İslâm’ın insana verdiği değeri; onun güvenliği, onuru ve haklarını ne kadar yücelttiğini ortaya koyan sayısız delil gösterebilirim. İmkânları da sıkıntıları da paylaşmanın ne kadar ahlâkî ve İslâmî olduğuna dair de dinî kaynaklarımızdan yüzlerce referans verebilirim. Fakat mesele kitapta yazılanlar değil, sizin yazılanı nasıl anladığınız ve uyguladığınızdır. Her birimiz, birey olarak diğer bireylerin ve kesimlerin haklarını ve onurlarını ne kadar saygın görüyor ve öyle muamele ediyoruz? Akademik, siyasi, ekonomik, resmî, sivil vs. platformlarda bu temel insanî ve ahlâkî değerler ne kadar gündem oluşturuyor?
Sahi, bir İslâm İşbirliği Teşkilatı var değil mi? Bu teşkilatın, üye ülkelerdeki insanların can güvenliği, geçimi gibi temel haklarını gündem yapan bir tek toplantısını duyduk mu? Üye ülkelerdeki toplumların bu meselelerde bir kültürel ve zihinsel dönüşüm yapmalarını sağlamayı hedefleyen bir tek proje ürettiğinden haberimiz oldu mu? Teşkilatı bu yönde çalışmalar yapmaya çağıran bir tek akademik vb. kurumun sesini duyduk mu?
Bence bu sorulara “Evet, şimdi var!” denildiği zaman her şeyin düzelmeye başladığı da görülecektir.
O zaman gelecek elbette… Ama dileriz daha fazla bedeller ödenmeden gelsin.