Yerine ihmalsiz hazırlık
Bazı insanlar, bazı müzikler, bazı şiirler dedi adamım.
Başka bir şey demesine gerek olmadığını biliyor gibi sokağın ucunda beliren kimsesizliğe baktı sonra.
Bazı çocuklar bazı göklerde çember çevirirken, bazı insanların neden ağır ve vicdansız silahlarla bir ruhu delik deşik etmeye çalıştıklarını anlamaya çalıştı.
Kar gibi bir şey, yağmur gibi bir şey, ateş gibi bir başka şey miydi kimi insanlar? Adamıma bakarsan hepsi ve daha ötesi.
Gazetelerin her gün yazdığı ve adamımın her gün yaşadığı Dünya hâlleri. “Lâ rahate fi’d-dünya” ve bazan daha dünyadayken beliren “esfele sâfilîn” görünümleri.
Süzülerek gelenin içindeki o ilahî öz! Neredeydi o! O anlamla buluşmanın yahut buluşamamanın yakıcı sonuçları. Adamım, arasında uçurum bulunan bu iki sonuçlar demetine bakıyor ve gördükleriyle akıyordu.
Hep olduğu gibi bazı insanlar söylediklerinden, bazı insanlar söylemediklerinden ibaretti. Fakat nedir, diye düşünüyordu adamım, nihayetinde ben kendimi tanıyorum, ne kadar kötülük yapılabilir ki bir insana? Kötülükler tarihindeki örnekler dışında yeni ne söyleyebilirsin ki? Yakana takılan kötülük madalyası belki de öncekilerin yanında pırıltısız bir teneke parçasından öteye gitmedi. Sen de onunla avun ey külhanî.
Adamım akarken, yolu değişik sokaklardan, mekanlardan geçiyordu. Bir lokanta tabelası dikkatini çekti küçük bir sokakta. Kendini tutamayıp o tabelanın çağrışımlarına bıraktı bazı şeyleri.
“Nefs Lokantası” siyah zeminli küçük bir tabelaydı. İçeri girince iki ahşap masa ve sandalyeler karşılıyordu sizi. Mutfak kısmı vardı ama yemek kokuları, tencereler, tabaklar, garson koşuşturmacaları yoktu.
İçecek olarak yalnızca masalardaki sürahide bulunan su vardı. Menü ise kaliteli bir porselen tabakta gelen bir avuç topraktan ibaretti. Masadan ağır ağır kalkıyorsanız hesabınız ödenmiş oluyordu. Bütün bu süreçte lokantada tek başına duran ve derinden gelen müziği mi dinlediği, yoksa masasındaki kalın kitabı mı okuduğu belli olmayan patron, değişik boşluklar arasındaki seyahatini sürdürüyordu.
Lokantadan çıkıp göklere baktı adamım.
Haydi dedi bir ses: Topla anılarını gidiyoruz!
Ben yüz ışık yolu önce gitmiştim zaten, dedi adamım çok uzaklardan gelen sesiyle.
Her şey olması gerektiği gibiydi. Bu açıktı. Herkes olması gereken için kendini hazırlamakla meşguldu o güne! Kimse küçük bir ihmal bile göstermiyordu!
İyi yolculuklar dedi adamım ve sonra sessizce ekledi: Peekii.
MUKADDİME - 1. TEFRİKA
-Estağfirullah! Maksadım latifeydi, irtikâb-ı kizbetmeyeceğinizi bilirim.
Ehibbadan birkaç hanımın muhazarasında henüz taşradan gelen muhibbelerimden biriyle vaki olan şu muhaveremiz şu mübahese-i tavilenin menşei oldu. Birisi diyordu ki:
-Şimdi hissî tabii romanlar istiyorsunuz öyle mi? Bir vakitki cinai romanlar ile nasılsınız?
-Bir vakitler, Öjen Su, Ksaviye dö Montepenvesairenin asarını asabıma fevkalade tesir ederek rüyada bile beni tazib eylediği halde yine okumaktan fariğ olmadığımı derhatır ettikçe taaccüp etmekten kendimi menedemiyorum; geçen gece misafir kaldığım bir mahalde uykum kaçtı da bir zamanda detres olabilmek için o kadar tehalük gösterdiğimiz Simone ve Mari romanını yattığım odada buldum vaktimi hoş geçirtmesi şöyle dursun ruhuma o kadar sıklet ve kasvet Îrâs eyledi ki mütalaasında devam edemedim.
-Ben de öyle! Doğrusu öyle muğlak, harikulade vukuat ile mâlî romanlardan bir zevk alamıyorum Fransuva Kope, Pol Burje ve emsali muharrirlerin karilerinin ruhlarına kadar nüfuz ederek saatlerce bahr-i tefekküre müstağrak bırakacak bir suret-i maharetkârânede tasvir edilip neticesinde bir hikmet, bir ibret zahir olan asar-ı ceyyideleri nerede, onlar nerede. Bu sonrakileri insanın okudukça okuyacağı geliyor.
-Ya asar-ı cedide-i milliyemiz onlardan daha az haiz-i letafet midir? Hele Servet-i Fünun’un neşreylemekte olduğu son roman el- hak millî eserlerimizin serfirazıdır. (…) Fatma Fahrünnisa-Dilharap (Hazırlayan: Fatih Altuğ ve Kevser Bayraktar-KÜY
DÖRDÜNCÜ CEMRE
Bazan gök birden açılır ve dünyaya bir şey düşer. Bu bir şey bazan içine düşer. Bazan sen bu şeyin içine düşersin. Anlaşıldı mı? Hiç sanmıyorum. Dördüncü cemre insana düşer hazret, hiç kimse bilmese de.