Süleymaniye’ye giderken
Adamım Süleymaniye’ye doğru yürüyordu.
Muhtemelen etekleri kızıl yapraklarla dolu olarak.
Vezneciler Süleymaniye arasındaki bütün sokaklardan üniversite öğrencileri akıyordu. Kimi neşeli, kimi somurtkan, kimi ağır, kimi hercai.
Yüksek sesle kahkaha atanları da vardı, kendi içine gömülmüş gölge gibi geçip gideni de.
Kimi az önce çıktığı vizede sorulan mirastaki mahfuz hisseyi düşünüyordu, kimi gideceği sinemayı, kimi öğle yemeğini.
Yürüyordu adamım, Süleymaniye yaklaşıyordu.
Şu gelen filan kürsünün başkanı değil miydi? Yanındaki genç de asistanı olmalı. Genç dedikse o da kırkına merdiven dayamış. Şimdi biraz istidâdı ve hâli vakti yerinde olan maşallah otuzbeşe kadar okuyor. Sonra bir de bakıyor ki ömür biraz geride kalmış. Hayata başlasam mı başlamasam mı derken hoop elli. Neyse canım sağlık olsun. Musluğun contasını değiştirmeye de Adem Usta gelir, değil mi ama.
Biraz daha yürüdü adamım. Süleymaniye yerindeydi, adamım yaklaşıyordu.
Sonra birden müthiş bir ezan sesi. Son güneşlerin tadını çıkarmak için yanyana yatan iki köpekten birinin yavaşça yer değiştirmesi.
Ve sonra uçuşan birkaç hassas yaprağın arasından geçerken birden görünen Süleymaniye! Süleyman niye?
Taştan müzik. Taştan şiir. Taştan padişah. Taştan ordu. Taştan ırmak. Taştan hayat.
Biraz bu taştan herşeyin etrafında dolaştı adamım.
Değişik perspektiflerden baktı bazı şeylere.
Süleyman orada, Sinan şuradaydı. Şeyh Efendi ise işte tam şurada.
Kaybolan bazı başka şeyler neredeydi kimbilir.
Kapıdan çıktı yürüdü. Arkasında kalması gereken Süleymaniye, önündeydi.
Şaşırmadı adamım.
Darülfünûn’dan kalma bir ikindide ulemânın hırçın ve kırgın tarihsel gölgelerine basmamaya dikkat ederek yürüdü.
Gençler gençti yine.
Her şeyi bilmenin o lüzumsuz cübbesi içinde koşuyor, koşuyorlardı.
Modern sanat üzerine
(…) Birkaç sanat yapıtı konusunda, ama değerleri en düşük olanlar konusunda değil: Değersiz olanın tam bir görünüşüne sahip, buna değersiz denir ve gerçekten değersizdir.
Çağdaş sanatın tüm anlaşılmazlığı şurada: Değersizliğe, önemsizliğe, anlamsızlığa, bayağılığa sahip çıkmak –kendisi zaten değersiz olduğu halde değersizlik uğruna savaşmak. Kendisi zaten anlamsız olduğu halde anlamsızlığı amaçlamak. Yüzeysel sözcüklerle yüzeyselliğe can atmak. Aynı terslik daha önce minimal düşüncenin başına da gelmişti.
Her yerde aynı büyülü söz: Ben değersizim, ben değersizim! Oysa değersizlik rastgele herkesin üstlenmeyeceği gizli bir niteliktir. Önemsizlik buna hiçbir zaman can atmayan birkaç ender yapıtın ayrıksı niteliğidir. Değersizliğe can atmak yalnızca insanları asıl anlamına aykırı anlam çıkararak açıkça söylemeden kendilerine önem ve saygınlık vermeye zorlamak için blöf ve şantajdır: Bunun o kadar değersiz olması olanaksızdır, bir şey gizliyor olmalıdır. Çağdaş sanat bu belirsizlikle oynuyor ve bundan bir şey anlamayanların (yani anlaşılması gereken şeyin tam bir sezgisi içinde olanların) suçluluk duygusu üzerinde spekülasyon yapıyor. Venedik’ten tek bir önseziyle döndüm: Modern sanat bir komplodur. (…)
Sanat konusunda en ilginç şey modern izleyicinin süngerimsi kafaiçine sızmak olacaktır. Çünkü bugün giz şurada: Alıcının beyninde, merkezinde. Bunun gizli yanı nerede? “Yaratıcılar”ın nesnelere ve bedenlerine çektirdikleri eziyetleri, izleyiciler kendi kendilerine ve kendi zihinsel yetilerine çektiriyorlar, izdüşümsel bir suç ortaklığına göre. Benim “sanatın komplosu” adını verdiğim şey bu. Bu nedenle de estetik konusunda, en kötüye karşı hoşgörü eşiğinin adamakıllı yükselmesi. Jean Baudrillard-Cool Anılar III-IV- Çev.: Yaşar Avunç-Ayrıntı yay.
Kırılganlık
Son üç günde arkadaşlarının bencilliği sebebiyle derin kırılmaya uğradığını söyleyen üç ayrı arkadaşımı dinledim.
Bencillik sahiden de ölümcül bir virüs gibi yayılmaya mı başladı, yoksa dinlediğim arkadaşların alınganlık ve dayanabilme güçlerindeki bir değişimle mi ilgili?
Aşırı konformist eğilim ve imkânların sınır tanımayan sonuçlarından biriyle bileşime giren bir sonuçla mı karşı karşıyayız?
Şu bir gerçek: Artık bazı insanların bazı davranışlarını sahiden de anlamlandıramıyoruz. Ve bunun akıl sağlığımız dışında sebepleri olduğu da muhakkak. Ya dünya deyip geçeceğiz, ya insan deyip. Bu da geçer ya hu ibaresi de bir başka çözüm gibi.