Şeylerin dışı
Adamım sıkılmış gibiydi.
Gündemin ve başka bazı şeylerin dışına çıkmasının mümkün olup olmadığını düşünmeye başladı.
Evin dışına çıkabilirdi mesela. Radyoyu, televizyonu kapatıp, gazeteyi açmayıp onların da dışına çıkabilirdi sanki. Peki toplumun dışına çıkabilir miydi mesela telefonunu kapatıp? Ama o zaman yeniden evin içine girmesi gerekiyordu, yahut ıssız bir dağ başına gitmesi. Yemeklerin dışına çıkmak? Ne kadar mümkün olabilirdi acaba? Ya dilin dışına çıkmak! Sadece susarak mümkün müydü bu? Dışına çıkmak istediği dilin içinde susmuş olmaz mıydı o zaman? Bir de zaman vardı sahiden. Onun dışına çıkmak mümkün müydü peki? Saatini çıkarsa, takvimleri yırtsa filan.
Savaşların, dedikoduların, fitnelerin dışına çıkmak için de bilinen bir yol yok gibiydi.
Bir kahveye oturdu adamım. Astronotlar, dedi. Bakınca Dünyanın dışına çıkıyorlar ama hatıraları, duyguları, kelimeleri de çıkıyor mu, onlar hâlâ dünyada değil mi? Ve bir yere dönmeniz zorunlu ise acaba dışına çıkmış sayılabilir misiniz? Gelen çayı karıştırırken yeniden düşünmeye başladı bazı şeylerin dışına çıkmanın mümkün olup olmadığını, yahut bunun bir işe yarayıp yaramayacağını.
Havalar hafiften serinlemişti ve mesela leylekler bunun dışına çoktan çıkmışlardı.
Dışına çıkmak istediğin şey için neyin içinde bulunduğunu iyi tesbit etmek gerek, diye düşündü adamım. Ya yanlış bir şeyin içinden çıkarsam! Bir de şey var; ya bir şeyin dışına çıktığımda, başka yanlış bir şeyin içine giriyorsam!
Az şekerli bir kahve söyledi adamım üçüncü çaydan sonra.
Acaba içinde olduğumuz şeyler mi daha çoktu, dışında olduğumuz şeyler mi?
Kahve içtiği masaya sararmış bir yaprak düşünce sordu adamım: Bu önüme düşen yaprağın içinde miyim, dışında mı? Buna kim karar veriyor?
Ve sonra daha da tuhaf bir soru sordu kendi kendine: Peki ben kendimin içinde miyim, dışında mı? Yoksa içimle dışımın ortasında mı? Sonra bir kahve daha söyledi, bu defaki sâdeydi.
İçinden çıkamadı, dışına giremedi.
MUSTAFA CAMBAZ’IN FOTOĞRAF SERGİSİNDEN
UKSD (Uluslararası Kültür Sanat Derneği) tarafından geçtiğimiz hafta Dolmabahçe Sanat Galerisinde açılan Şehit Mustafa Cambaz fotoğraf sergisi Perşembe günü ilginç bir konuk ağırladı: Ahmet Davutoğlu. Hocamız sergiyi detaylı bir şekilde gezdikten sonra sergi defterine özenle bir sayfa izlenimlerini yazdı, hemen arkasından da şöyle dedi: “Aslında buraya gelip, uzun uzun fotoğraflara bakmak ve her fotoğraf için özel bir şeyler yazmak isterim.” Doğrusu bu cümle fotoğrafla birebir ilgili dostlarımızdan bile duymakta zorlanacağımız bir cümle idi. Sonrasında sergi salonunun üstündeki küçük odada UKSD’li arkadaşlarla yapılan çay sohbetinde ise Hocamız bizi Balkanlarda adım adım tarihî ve sosyolojik bir geziye çıkardı ve bazı hatıralarını paylaştı. Müstefid olduk. Şehit Mustafa Cambaz’ın fotoğrafları birkaç gün sonra doğduğu yer olan Gümülcine’ye gidecek ve orada da sergilenecek.
HÜSAMETTİN ARSLAN İLE DARBE VE DEVLET
(…) İlk sorumuza darbe teşebbüsünün gerçekleştirildiği geceyle başlayalım. 15 Temmuz’da neredeydiniz, hadiseleri takip edebildiniz mi ve o gece neler hissettiniz?
Bir düzeltme yapalım. Tarih ve sosyoloji okuduğum doğrudur. Fakat kendimi “tarihçi” ve “sosyolog” olarak tanımlamak istemem. “Sosyal bilimci” güzel olabilir. Fakat “bilemci” ifadesi de hoş değil. En iyisi “akademik entelektüel.” Böyle anılmak isterim. 15 Temmuz akşamı Bursa’da müdavimleri hem halktan hem de öğrenci kesiminden insanlar olanzbir çay bahçesindeydim. (Bir öğrencimle.) Temmuz melankoliktir. Darbeyle ilgili ilk twitter mesajlarını okuduk. Köprünün bir ayağı tutulmuş. Ankara ve İstanbul semalarında jetler alçak uçuş yapıyor. 22.00 civarında memleketten ablam ve annem aradı; “Tayyip hayatta mı oğlum?” Bilmiyorum. Ağlıyor. Canım anam! Gözyaşlarına kurban olayım! Memleket hayatta mı? Anamı ve ona benzeyen anaları ağlatan bir darbe başarılı olamaz…Bir çağrışım salinde boğulmak üzereyim. Sonra bir grup kız öğrenci masamıza geldi. Fî tarihinde derslerine girmişim. Korkmuşlar. İçlerinden bir kaçı ağlıyor. Birkaç tanıdık arıyor. Herkes dehşete kapılmış. Memleketin nabzı yükseliyor. Bir arkadaşım (kırk beşinde bir fabrikatör) telefonda, giyinerek hazırlandığını, direnişe hazırlandığını, sokağa çıkmak için sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını beklediğini söyledi. (…) Hüsamettin Arslan-Muhafazakâr Düşünce dergisi sayı 49-Bengül Güngörmez’in röportajından.
ANONS
Turşu kurma mevsimindeyiz ve bunun istifalarla hiç bir ilgisi yok.