Memduh Cumhur Bey
Lise yıllarım, Maraş.
Musıkî Cemiyeti’ne gidiyorum. Şehrin güzide insanlarından kuyumcu Neyzen Metin İspir, Eczacı udî Aslan İspir, Hâkim bir kanunî, yine kemanî bir hâkim, mimar bir başka kanunî, orman mühendisi bir udî, avukat bir tamburî, işi müzik olan bir klarnetçi, ciltçi ve dairesiyle usul tutan Hâlim Bey ve biz hânendeler…Kimimiz öğrenci, kimimiz öğretmen, kimimiz Mimar, kimimiz de emekli. Şimdi onların çoğu da göçtü bu dünyadan.
Şefimiz Avukat Mehmet Onur.
Ancak aramızda öyle biri var ki her eseri rahatlıkla icra ediyor, Şefimiz bir yerde tereddüt ederse ona soruyor, kimsenin çıkaramadığı, hatta anlamadığı makam geçişlerini bu beyefendi su içer gibi icrâ ve izah ediyor.
Bu beyefendi Eczacı Memduh Cumhur idi. 80’li yılların başında Maraş’a eczacılık yapmak üzere ne vesileyle gelmişti bilmiyorum. Ancak şefimiz ANAP kurulup siyasete atılınca (milletvekili oldu) yeni şefimiz Memduh Cumhur Bey olmuştu.
Artık Musıkî Derneğindeki buluşma ve çalışma günlerimiz daha renkli geçmeye başlamıştı. Bir eseri geçerken, o eserle ilgili yan bilgiler, bestekârı hakkında bazı anılar, o makamın yapısı, güftedeki anlam incelikleri, telmihler…Ama en çok da nükteler, hicivler Memduh Bey’in ağzından inci gibi saçılırdı. Eski meşk meclislerine dair anlattıkları ise bana rüya gibi gelirdi. Bazan bir eseri ıslıkla çalarak sazende ve hanendelere yol gösterirdi. Bazan da o an uydurduğu komik, sıradan bir güfteyi klasik bir tarzda besteleyiverip iki yüz yıllık bir eser gibi bize okurdu.
Üsküdar Musıkî Cemiyeti ve radyoda geçirdiği solistlik yıllarına ait hatıraları bazan özlemle, bazan büyük bir neşeyle anlatırdı.
Bir akşam ders çıkışında beni evine davet ederek, Arapça-Türkçe bir kâmus hediye etti.
Sonra Hukuk Mektebi için İstanbul’a geldim ve yıllar sonra Maraş’tan taşınıp yerleştiği Üsküdar’daki o eczacı dükkânında kendisiyle yeniden görüştüm. Üsküdar’a her geçişimde iskeleden iner inmez hatırladığım, yüzünü görmek, sohbetini dinlemek istediğim biri oldu. Ama çoğunlukla yapmadım bunu. Onu eczanede sadece bir defa yalnızken gördüm.
Bir hafta sonu öğle saatlerinde İstiklâl Caddesi’nde karşılaşmış ve uzunca sayılabilecek bir sohbet imkânı doğmuştu. Eczacı meslektaşlarına musıkî dersleri veriyormuş, oradan yeni çıktığını söylemişti. Peşpeşe fişek gibi sorular sorardı bana her zaman.
Edebiyatla ilgisini Neyzenbaşı Aka Gündüz Kutbay’ın vefatı için yazdığı gazelin Cinuçen Tanrıkorur bestesini dinlerken öğrendim. Aruzla yazan son ustalardandı. Ama şiir ve müzik dışındaki fikrî ilgileri de şaşırtıcı idi. Bir keresinde Üstad Sezai Karakoç’un ‘İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü’ kitabının öneminden ayaküstü bahsetmiş, oradan da bambaşka yerlere sıçramıştı.
Savaş Barkçin Beyfendinin tivitini görünce öylece kaldım; Memduh Cumhur ağabey vefat etmişti.
Bir tel daha kopmuş, ahenk ebediyyen bir kere daha kesilmişti. O hep gülen yüz, o devr-i kadîm penceresinden bakan ve söyleyen müstesna kalp durmuştu.
Karacaahmet’e ne çok düşer oldu yolumuz. Allah’ın rahmeti, mağfireti üzerine olsun Hocam.
MEMDUH CUMHUR BEY’DEN NEYZEN AKA GÜNDÜZ KUTBAY'IN VEFATI İÇİN GAZEL
Dağıtır bad-ı saba serde heva perdesini
Çektirir hükm-i ecel derde deva perdesini
Ne tecelli bu, ilahi, Aka’nın son nefesi
Kıldı nayinde karar, seçti neva perdesini
‘Bişnev ez-ney’ ebedi davet-i Mevlana’dır
Dinleyenden giderir nakş-ı siva perdesini
Cümle neyzenlerin ervahı gelip saf olarak
Açtılar seng-i musallada güva perdesini
Hüzn-i cumhuru, ilahi, nice tarif edeyim
Etti feryadı karar Tiz Neva perdesini
AFRİKA NOK MEDENİYETİ
Milattan önce 500’den MS 200’e kadar Afrika’da, Nijerya’nın göbeğinde bir medeniyet hüküm sürer. Demir Çağı’na (orada pek çok dökümhaneler bulunmuştur) denk gelen Nok medeniyetidir bu.
Bu medeniyetin sanatı, özellikle pişmiş topraktan heykellerin modellerini biçimlendiren heykeltraşlarda hassas bir ‘uzayı işleme’ anlayışının bulunduğunu gösterir. Nitekim yüz (çoğunlukla da vücut) oldukça ustaca ve mahirce belirlenmiş küreler, koniler, silindirler ve piramitlerden hareketle oluşturulmuştur.
Batı Afrika’da daha sonraları ortaya çıkan hemen hemen bütün sanatların ortak kökenlerini Nok medeniyetinden aldıkları söylenebilir. Hem de (onbeş sene sonra ortaya çıkan) İfe bronzlarının stilize natüralizminin değil, Fildişi Sahili, özellikle de Dan’ın ve Gine’nin sanatlarının kaynağını da orada buluyoruz.
Bu arada, Nok heykellerini 1943 yılında keşfetmiş olan Bernard Fagg, “Toprağının derinliklerinde hâlâ gizli durmakta olan Eski Afrika sanatının binde birini bile bulduğumuz şüphelidir” diyerek yukarıdaki tesbitlerimize bir ilavede bulunur. Garaudy- İnsanlığın Medeniyet Destanı-Çeviren: Cemal Aydın-Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları