Hazreti insan
Eşref-i mahlukât mıydı, aynı zamanda ‘âciz ve câhil ve aceleden yaratılmış’ olduğu belirtilen insan? Hazreti İnsan!
Dün, Cumhurbaşkanımızın da katıldığı ‘Uluslararası Teknoloji Bağımlılığı Kongresi’nin açış konuşmasını radyodan dinlerken ne çok şey hücum etti zihnime.
Teknolojiden önce neye bağımlıydık acaba?
Sümer tabletlerinde de rastlanan “gençlik bozuldu, her şey kötüye gidiyor” sızlanmalarını hatırlayınca değişik pencereler açıldı aklımın saraylarında. Japonya’daki 30 metrekarelik küçücük evlerde kendine ‘yaşam kabini’ satın alıp içine giren, orada bilgisayarıyla yaşayan ve bazan ansızın o kabinin içinde hayata veda eden gençler uçuştu sonra.
Onbinlerce lira verip ruhunu sıkmayı başardığınız okullardan kaçıp izbe bir internet salonunda saatlerini geçirmeyi tercih eden yüzbinlerce çocuk, genç... Hangi anlamı arıyordu efektlerin, sayısal kodların, elektronik cavcuvların hayhuyu arasında? Dijital zehirlenme olarak mı, yoksa yeni yaşam formlarından biri mi olarak adlandırmakta ikileme düşeceğimiz bu gerçekliği nereye koyacağız? Bitcoin, yapay zeka, akıllı robot otobanlarında giderken kime el sallayacağız?
Uzmanlar konuşacak kongrede. İstatistikler, yaklaşımlar, öneriler, değiniler, değişik ülkelerdeki değişik bakışlar… Sonra? Kongre bitecek ve herkes evine dönecek. Teknoloji bağımlılığını tartışan kimi uzmanların, tartışma masasında bile arada bir elindeki cep telefonunu açıp bazı şeylere bakmadan yapamaması belki de gözden kaçacak.
Göz ameliyatı yapan doktorların gözlüklü oluşundan biraz farklı bir durum bu. Artık ne telefonsuz, ne elektriksiz, ne internetsiz yaşamayı bir ihtimal olarak bile düşünmeyen, kenetlenmiş milyarlarca kanaatten söz ediyoruz. Pardon yani, elektriksizlik de ne demek yani? Daha elektrikli otomobil yapacağız, sen neler geveliyorsun değil mi ama?
Eskiden şeydi…
Eski yok matmazel. Bir saniye öncesine dönemezsin, çok geç.
Yarın şey olacak…
Yarına gidemezsin monşer, çok var.
Ama ‘vaktin çocuğu’ olmayı deneyebilirsin, o tavsiye edilmiş olanı.
İçimizde küçük bir zambak boy atmaya yahut müstakbel bir canavar belirmeye başladığında nereye bakacaktık, unutmuş olabilir miyiz? Google hazretleri bunu söyler mi bize ey Hazreti İnsan?
DİLEKÇE / DELİKÇE
( Bu yazıyı Elazığlı bir avukat dostum paylaştı. Rivayet o ki 1965 yılında Urfa’lı bir akıl hastası, Elazığ’da hastanede yazmış. Belki de bir ‘akıllı’ yazıp o hastanın eline tutuşturdu. Bilemiyor ve dokunmadan yayınlıyorum…)
Ben gam dünyasında yoksulluk sahasında rezillik perdesinde padişah oldum
Meyvelerden dağdağan çalgılardan kemençe oldum
Benim yatağımın altı akasya dikeni üstü kirpi derisidir
Kalbim ayismanın fırını Sahra’nın çölüdür
Ruhum aşk-ı Hüda mahbub-u peresttir
Cismim ölüdür aklım felekle güreştir
Benim için gamın kilosu beleştir
Nerde bir güzel varsa bana her zaman keleştir
(namuslular herkese keleştir onlara sözüm yok)
Bizim içkimiz kezzap su sakimiz felek mezemiz ateştir
Yani bu saydıklarımın hepsi ruhumun içinde manevraya çıkmıştır
Eğer dilekçemin cevabı gelirse manevra sona erecek
İşte mektubum budur
Dilekçemi sunuyorum
ADRES: Kuran-ı geldiği yere kuran-ı getiren götürsün
Kuran-ı veren alsın
Kuran-ı alan görsün
DİLEKÇE:
Bir yedek ciğerim vardı o da yok oldu
Ben senden Sultan Süleyman’ın mührünü mü
Yanında Belkıs’ını mı istedim
Yoksa senden Yakub’un Yusuf’unu mu
Yusuf’un Hüsn-ü cemalini mi istedim
Yoksa Semavat-ı zeminin yıldız kızını mı istedim
Yoksa Musa’nın asasını mı
Sedat’ın cennetini mi
Muhammed’in sevgisini mi
Ali’nin yiğitliğini mi
Ömer’in adaletini mi
Osman’ın bilgisini mi
İbrahim Halil’in kerametini mi istedim
Yoksa senin yarlarının cennetini
Cennetteki hurilerini mi istedim
Cennetin dokuzunu dokuzunun kızını mı istedim
Ben senden bir yol istedim
Sen beni yoldun
Sen benim neyime muhtaçsın
ANONS
Üsküdar’ı olmayan ve olup da değerini bilmeyen şehirlere acırım.