Bir sohbet piri Çanakkale bilincinin güncel mimarı
Geçtiğimiz Cumartesi günü ebedi istirahatgâhına tevdî ettiğimiz Mehmet Niyazi Özdemir ağabeyin Marmara İlahiyat Fakültesi Camii’nde kılınan cenaze namazına her yaştan, her meşrebten cümle yarânı iştirak etti, bu er kişi için hüsn-ü şehadette bulundu. Onunla bir şekilde yolu kesişen herkesin anlatacağı bir şeyler mutlaka vardır. Ben de yaşadığımız günlerden geriye kalanı birkaç cümleyle nakletmeye çalışayım:
Mehmet Niyazi ağabeyi Divanyolu’ndaki sohbet ettiğimiz kahvelerden birinde tanıdım. Genellikle Beyazıt Devlet Kütüphânesi’nden çıkıp gelirdi. Çok sâkin bir sesle, muhatabı laf anlamaz cinsten biriyse arada bir “kurban olduğum” da diyerek sabırla ve kesinlikle şâhitlik ya da bir bilgiye, belgeye dayalı şeyler anlatırdı.
Çok trajik bir hatırayı, şâhit olduğu mühim bir siyasal tanıklığı, eski günlere ait neşeli bir anıyı yahut güncel bir yorumu dile getirirken, insanlıktan, tevazudan, mizahtan kopmadan, hiç ama hiç bağırmadan konuşurdu. Dinlemesini bilen nâdir insanlardandı.
Özellikle Şahin Uçar ve Yurdakul Dağoğlu ile yaptığı sohbet ve tartışmalar müthişti. Yanımda Oğlum Behram, Nedim Ali ve Kaptan Malik’i ne zaman görse onlarla mutlaka ilgilenir ve tuttuğu futbol takımını her defasında sorardı.
Şundan eminim: Bu ülkedeki Çanakkale ruhunu ayağa kaldıran temel etken Mehmet Niyazi ağabeyin Çanakkale Mahşeri isimli eseridir. Bu eserin yayınlanmasında sonraki sosyal bilinci adım adım izlemiş biri olarak buna şâhidim. Bunu söylerken Mehmet Âkif’in büyük şiirini elbette es geçiyor değilim. Ama aradaki zamansal mesafe ve boşluğu şöyle bir düşününce ürpermemek elde değil.
“Biz hukuk mektebinde talebeyken, hepimiz bir dolmuşa sığacak kadardık” der ve yaşadığımız günlerin kıymetine vurgu yapardı. Kendisiyle taban tabana zıt görüşte birine, boşa konuştuğunu bile bile –sorulmuşsa- bir şeyler anlatır ve muhatabı çileden çıksa bile kendisi zerre saygısızlık etmezdi. Gülünce gözlerinin içi gülerdi, ama derinlerdeki kederi de saklamayan bir sohbet pîri idi. Ne çok şey dinledim ondan yıllarca. Sonra çok az görmeye başladım, sağlık sorunları sebebiyle. Bayram sabahlarında Süleymaniye’ye gelirdi karşıdan. Son bayramda gelmedi. Allah’ın rahmeti, merhameti üzerine olsun.
Bu gülüş devam edecek Kudüs’te, sınırsız kötülüğünüze, zulmünüze, küstahlığınıza rağmen.
Kudüs’te kan
Trump ve İsrail o aşırı yanlış kararı aldılar ve dün, Filistinlilerin öfkesinin doruğa çıktığı Nakba günlerinde aşırı kanlı bir törenle bu kararı icra ettiler. 50’ye yakın şehit vardı dün ve binlerce yaralı.
Kudüs’ü seviyoruz ve bu kötülüğün, Ramazan’ı bu şehitlerle karşılamanın bir cevabı olacağına inanıyoruz. İlelebet payidar kalan bir kötülüğe rastlanmadı. Türkiye her zamanki gibi devrede. Somut bir şeyler bekliyor ümmet. Ümmet!?
Neden
Gerçekliğin varlığını reddetmek bile düşünmektir, yani gerçekliğin varlığını varsaymaktır.
Dünyanın varlığını tartışmamıza gerek yoktur; dünyanın varlığı, var olmadığı tartışması da dahil olmak üzere her tartışmada varsayılmaktadır zaten. (…) Felsefe sadece “Neden?” sorusu yüzünden vardır; Neden soruları rasyonel tartışmada ortaya çıkarlar, rasyonel tartışma dilin varlığını gerektirir; dil, doğruluk kavramı tarafından düzenlenmiştir; doğruluk, düşünce ile gerçeklik arasında kurulan bir ilişkidir ve gerçeklik nesneldir, yani ne kavramlarımız tarafından yaratılmıştır, ne de kavramlar tarafından tanımlanmak zorundadır. Takip ettiğimiz düşünce zinciri bu şekilde. Bu durumda inançlarımızın doğru olduğunu nasıl bilebiliriz? Kant’ın argümanı bazı varsayımların kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Paki, onların doğruluğunu da gösteriyor mu? Roger Scruton- Akıllı Kişiler İçin Felsefe Rehberi- Çeviren: Eşref Armağan Eşkinat- Ayrıntı Yay.