Bir Ankara havası

Hafif bir yağmur ve etkili olmaya başlayan soğuğun içinde başlayan Ankara, nereye kadar gidebilirse oraya kadar gitti.

Büyümeye başlayan çevre semtler ve ucunu gösteren yeni mimarî, estetik ve sosyal yaşam/avm-geniş kafe görünümleri içinde boy atan bir yeni kuşak. Ve akşam saatlerinde birazcık sıkışan trafiği kaldıramayan Ankara şoförlerinin asıldıkları kornaların yarattığı kulak rahatsızlıkları. Bazı bürokratik binaların cafcaflı, ışıklı duruşları arkasından süzülen taşra sıkıntısı.

Hacı Bayram-ı Velî’de bir kaç nefes almayalım mı? Sonra Yüksel’de genç ve siyasal ve hareketli akışa biraz daha bakmak.

Bazı kavşaklardan dönerken Melih Gökçek’i anacağım aklıma gelmezdi. Çinçin yeni değişimlerin eşiğinde yine bildiğimiz Çinçin gibi durmaktaydı. İnşaat ve dönüşüm çalışmaları süren yerlerde iş makinaları garip bir hayvan cesedi gibi algılanmaktaydı uzaktan. Aldırma 657 diyemiyordum. Aldırıyordum. Bu kadar kravatın desenlerini kim çizmekteydi ve o desenler belirli anlarda nasıl aynı tekdüzelik içinde eriyebiliyordu. O akşam kağıtlı sohbetlerin arasından mutlaka fırlayan ‘ek österge’ sözcüğünü nereye koymalı? Ve şair Ahmethan Yılmaz’ın o bilinen şiir başlığı: “Ankara İç Savaşında Üç Hainin Portresi” Ve akşam Beştepe’deki gala için salondan içeri girdiğimizde Ankara’dan çok İstanbullu dostları görmenin tuhaflığını nasıl da hafifletiyordu Semih Kaplanoğlu’nun içten bir merhabası. “Size görünmek ne güzel” dedi yanıma oturan İstanbullu muzip bir dost.

Buğday’ın afişinde başrol adam sessizce dururken buğday başakları biteviye hareket hâlindeydi ve bize kendi devinimleri içinde bir şey fısıldıyorlardı. Sayın Cumhurbaşkanı eşiyle birlikte salonu teşrif ettiğinde hafifçe dalgalanan kalabalığın içinden zarif adımlar ve yüzünde yorgun bir dinginlikle geçip giderken buğdaydan bozkıra yol almaya başladım filmin içinde. Filmin dışında devam eden şeylere baktım biraz daha. Beş yıllık siyah beyaz bir emeğin dışında da vardı buğdaylar, kaoslar, tehlike çanları ve gerilimler, çaresizlikler, değişik yok oluş senaryoları.

Soçi’deki masadan kalkıp beyazperdenin önüne geçmek değil, öncesinde ve sonrasında yüzlerce değişik temalı yerel ve küresel gerilimlerin içinden geçmek… Bu varoluş biçimi ne kadar ağır, ne kadar zor bir şeydi.

Taceddin Dergâhı da nasıl bir yüksekliğe kurulmuş anlatamam. Demek Aslanhâne Camii diyor ve susuyorsunuz. Ve elbette İstanbul’a dönüşü bayım, elbette.

SANAT ESERİNİN SIKINTI GRAFİĞİ

(…) Sıkıntının sebebi olarak ayrılığı gösteriyorlar. Çocuk doğarken, anadan ayrılırken yaşıyor ilkin bunu. Ve arkasından peşpeşe sökün ediyor bütün ayrılıklar. Fert bazında ana-baba ölümleri, elden kayıp giden sevgililer, hicretler, işçi göçleri, talebe göçleri, hatta iş seyahatleri… Hepsi ayrı ayrı ayrılık türleri ve insan sıkıntısının kaynakları. Çok hızlı seyahat araçlarının memleketten ayrılıkları nasıl birer şok gibi insan ruhuna ağdırdığını düşünmeyiz bile. Uçağa binip gitmenin, birkaç saat içinde başka bir iklimde olmanın verdiği konfor hissi yeter bize. Türlü araçlar, elektrikli ev aletleri, giyim kuşam konusunda getirilen, yiyip içmede sağlanan pratiklikler, aslında her biri bir ayrılık doğurduğu halde sahte bir rahatlık duygusu oyalar insanı.

Şairler modern insanın sıkıntılarını belli psikolojik açıklamalarla ortaya koymuyorlar. Ama onlar insanın gözle görülür, elle tutulur başarılarına bakarak yazdıkları şiirlerde bile, toplam çizgisinin altındaki kelimenin yenilgi ve başarısızlık olduğunu görebilirler. İşte bu sebepledir ki bütün insanların bir defa olsun gerçekleşmesini bekledikleri katıksız bir mutluluğun şiirini yazmaya kalktıkları oluyor. Belki de yekun çizgisinin altındaki hükmün değişmeyeceğini bile bile.

Cahit Zarifoğlu-Zengin Hayaller Peşinde- Beyan yay.

ARADIĞIM ÖĞRETMEN

Dün öğretmenler günüydü, kutlu olsun öğretmenlere ve öğretmenlerime. Artık 1 milyona yaklaşan bir öğretmen ordumuz var ve aralaksız olarak büyümeyi sürdürüyor. Eğitime ayrılan payın büyüdüğünü hepimiz biliyoruz, lâkin bu paranın çok yüksek bir bölümü eğitimin iyileştirilmesinden çok personel maaşı olarak harcanıyor, bunu da biliyoruz. Benim öğretmenlerden bir ricam var. Yahut aradığım öğretmendeki aradığım özellik şu: Çocuklara “bilmiyorum” demesini öğretmek. Bu çok önemli. Biraz düşünün.

ANONS

Sıradaki gün gelsin!

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum