Beyazıt Kütüphanesi’nde bir gece
Beyazıt (Bâyezid) Camii’nin iki mütevazı minaresi arasındaki uzaklık beni hep hüzünlendirmiştir. Uzaktır bu iki minare birbirine. Hele Isfahan’daki Menar Cumbar’ın iki minaresi arasındaki birkaç metrelik uzaklık düşünülürse!
Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Beyazıt Meydanı’nın Üniversite Kapısı ve batı kısmındaki Hat Müzesi binasıyla birlikte (ve elbette Sahaflar kısmını unutmadan)bu alana damgasını vuran ana yapılardan biri.
Bir restorasyon döneminin ardından yeniden araştırmacı ve kitapseverlere hizmet vermeye başlayan Devlet Kütüphanesi bir süredir 24 saat açık kalma esasına göre hizmet veriyor. Şehirde şu anda 4 kütüphane 24 saat açık ve bu elbette harika bir şey.
Beyazıt Devlet Kütüphanesi geçenlerde bir ilke imza attı: Daha önce bu köşede yazmıştım, bazı şair ve yazarları davet ederek, saat gece 23.00’te başlayıp sabah 06.00’ya kadar devam eden bir sohbet programı düzenledi. Bendenizin de iştirak ettiği bu ‘gece sohbeti’ne gösteriler ilgi en az fikir kadar şaşırtıcı idi.
Geçtiğimiz Cuma günü aynı saatte ve aynı mekanda ikincisi icra edilen Gece Sohbeti de doğrusu ilginç ve renkli idi. İbrahim Altay, Samet Karagöz, İsmail Erdoğan, İbrahim Paşalı ve bendenizin katıldığı, ev sahibi Coşkun Yılmaz’ın da bir bölümüne iştirak ettiği program planlandığı gibi sabahın erken saatlerine kadar sürdü.
Daha çok kitap, okuma biçimleri, tren yolculukları, sahaflar, bazı isimler, anekdotlar, hatıralar üzerinden yürüyen sohbete, dinleyiciler de sık sık kimi soru ve kendi kişisel görüşleriyle iştirak ettiler.
E-kitap ve normal kitap üzerine yapılan tartışmalar bir ara epey canlı ve esprili mecralara aktı.
“Belki torunlarıma anlatacağım ilginç bir gece” dedi Paşalı.
Ve sonra şöyle dedi: “Hayatınızı düzeltmek istediğinizde hayatınız zorlaşır.” Samet Karagöz olanca moderatörlüğüyle gece buluşmasını ‘organik bir sohbet’ olarak niteledi.
İsmail Erdoğan bir gece sohbetini de bir müzede yapabileceğimizi söyledi ve bu fikir de hemen kabul gördü.
Kontemporari İbrahim Efendi’nin Rüyaları isimli harika kitabın yazarı İbrahim Altay ise Mehmet Niyazi Özdemir’le ilgili birkaç gözlemini ve hatırasını anlattı ki, bendeniz de bazı anılarla katılmadan edemedim. Mehmet Niyazi Bey, o kütüphanenin belki de en sıkı müdavimi idi yıllardır. Buradan kendisine bir kez daha âcil şifa dileyelim.
Efendim o gece Kudüs’te vardı o kubbenin altında, İbrahim Saip Efendi de, trenler ve kitaplar ve bazı genç/yaşlı düşünce, eleştiri ve itirazlar da.
Ama gan akşamlı olduğu kadar sabahlıdır da. Sabah oldu dağıldık. Daha da dağılırız.
PİYANGO KUYRUĞU
Pazar günü Eminönü’nden geçtim. Mısır Çarşısı’nın öncesindeki otobüs duraklarından ileriye doğru allı yeşilli upuzun bir kuyruk dikkatimi çekti.
Ne kuyruğu olabilirdi ki pazar günü? Sirkeci’ye doğru kuyruğa paralel ilerlerken birden vaziyeti çakozladım; piyango bilet kuyruğuydu bu. Bahçekapı’daki meşhur piyango bayiinden bilet almak için insanlar yüzlerce metrelik kuyruk oluşturmuş, gık çıkarmadan bekleşiyordu. Fotoğraflarını çeksem mi diye düşündüm. Sonra gönlüm elvermedi, çekmedim.
Böyle içten, mütevekkil, bu bekleme çilesine gık çıkarmadan katlanan bir kuyruğu uzun müddettir görmemiştim. Oradan Cağaloğlu yokuşuna doğru uzanırken aklıma gelen çok sayıda yazar, gazeteci ismine de sormadan edemedim: Siz görmüş müydünüz kuzum? Bu durum ‘umut fakirin ekmeği’ deyiminin içinde bir şey miydi, dışında bir şey mi?
DERVİŞLER
Beyazıt Kütüphanesi usta çevirmen ve fotoğraf sanatçısı Ömer Saruhanlıoğlu’nun Mevlevî Dervişler Fotoğraf Sergisi’ne ev sahipliği yapıyor.
31 Aralık’a kadar gezilebilecek olan sergi siyah-beyaz harika fotoğraflardan oluşuyor.
Fotoğrafların arkasında yaklaşık otuz yıllık bir emek var.
Vakti olanlara ve fotoğraf sevenlere öneriyoruz elbette. O kadar semazen arasında başınız dönebilir, orası ayrı tabii.
Sergide ayaküstü görüşebildiğimiz Ömer Saruhanlıoğlu sağolsun bize o yoğunluğu içerisinde zaman ayırarak bu sergiyle ilgili sorumuza, neler hissettiği üzerinden cevap verme inceliğinde bulundu. Sanatçımızın cevabını arz ediyorum:
“Fotoğrafları yaklaşık otuz sene önce çekmeye başladım. Bu süre zarfında genç wolanlar yaşlandı, yaşlananların bir kısmı köşesine çekildi, bir kısmı Hakka yürüdü. Öyle görünüyor ki ben yeni gelenleri fıtoğraflamaya devam edeceğim ve onlar da yaşlanacak ve köşelerine çekilecek…
Tersten bir okumayla fotoğraftaki dervişlerin hâlleri bana bu dünyadan geçişi, fenâ bulmayı, sonra tekrar geri gelmeyi çağrıştırdığı için olsa gerek fotoğrafların arasında dolaştıkça ben de şu anda aynı şeyi hissediyor gibiyim. Baş dönmesi, anonimlik, silinme, fenâ ve dünyaya geri dönüş…”