Moskova mutabakatını nasıl okumalı?

5 Mart Perşembe günü Moskova’da gerçekleşen görüşmeler sonucunda varılan mutabakat benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’de iki şekilde okundu. İlk okuma açıklanan metin, yani protokol üstünden yapıldı ve yapanının siyasi eğilimine bağlı olarak başarılı ya da başarısız bulundu.

Olanı biteni anlamamıza ve anlamlandırmamıza yardımcı olma olasılığı zayıf ikinci okuma ise mutabakattan ziyade mutabık olana atfen yapıldı. İktidara yakınlar başarılı buldu, uzaklar başarısız addetti.

Yine benim gördüğüm ve takip edebildiğim kadarıyla “başarıyı” metin üstünden değerlendirip açık veya ima yoluyla başarısız bulanlar ölçüyü genellikle Türkiye’nin maksimalist pozisyonuna dayandırdı, Soçi mutabakatından geri adım atıldığını söyledi.

Az sayıda kanaat önderi de teröre karşı müdahale opsiyonunun açık bırakılmasına ve daha önce kurgulanmış güvenli bölgelerin uzun soluklu olmamasına atıfla Moskova uzlaşmasının da geçici olabileceği endişesini dile getirdi.

* * *

Tarihe emsal analiz yapanların temel varsayımı Soçi Mutabakatı ile Moskova mutabakatının eş değerde olduğu, benzer türden tehditlere ve risklere çare ürettiğiydi.

Oysa ikisi birbirinden çok farklı. Birinde muhalifeler adına Türkiye, rejim adına da Rusya vardı. Amaç nihai hedefi çözüm olan Astana sürecini desteklemek, siyasi çözüme zemin hazırlamaktı. Diğerinde ise amaç Türkiye’nin dahil olduğu deklare edilmemiş bir savaşı durdurmak.

İlkinde Türkiye’nin ne kadar direnç göstereceği, geri çekilme için risk alıp almayacağı bilinmiyordu. Sorumluluğu gözlemle sınırlıydı. İkincisinde Türkiye’nin her türlü kaybı göze alarak direnebileceği, direnirken de muhataplarına ciddi zarar verebileceği görüldü.

İdlip’e kadar Türkiye IŞİD ve PYD’ye yönelik sınırlı müdahaleleri dışında Suriye’de askeri varlık göstermemişti. Rejimin, Rusya’nın ve İran’ın karşısında askeri olanaklarından çok siyasi etkisiyle direniyordu.

Şimdi Türkiye çatışmanın içinde, kendisi savaşıyor. Ateşkes tutmazsa krizin tırmanma olasılığı hiç az sayılmaz. Savaş Rusya’yı da içine alacak şekilde genişleyebilir. Ankara istemese de Moskova’yı karşısına alabilir.

Bu Türkiye kadar Rusya’nın da işine gelmez. Boğazlardan geçişine kısıt getirilmesini ya da Montrö’nün değişmesini, 1925-1936 arası dönemde dahi görülmemiş yakınlaşmanın sona ermesini, NATO üyesi Türkiye ile geliştirdiği özel ilişkilerin bitmesini arzu etmez.

Dolayısıyla da tüm bu ve benzeri nedenler yüzünden mutabakatın yaşama şansı yüksek. Ama tabii ki risk var. HTŞ veya başka bir grup Türkiye’yi istemediği bir çatışmaya sürükleyebilir. Esad rejimine bağlı unsurlardan biri saldırabilir.

Rusya mutabakata uymanın uzun dönemli çıkarlarına hizmet etmediğini düşünebilir. ABD ya da başka bir küresel ya da bölgesel aktör istikrarsızlığın sürmesinden yana tavır koyabilir. Türkiye terörist olarak tanımlanan gruplarla mücadele etmek zorunda kalabilir.

Fakat bunların hiç biri varılan mutabakatın önemli olduğu gerçeğini değiştirmez. Evet, Rusya ile varılan mutabakat Soçi’de belirlenen sınırları küçülttü, Türkiye’yi deklare ettiği coğrafi hedefine ulaşmasını engelledi. Büyük bir olasılıkla yeni sınırlamanın dışında kalan gözlem noktaları da daha içerilere taşınacaktır.

Ama unutmayalım ki bu bölgedeki etkin Türkiye kontrolü sağlandı ve tanındı. Bir tür güvenli bölge kuruldu. Kitlesel göç riski de ortadan kalkmadıysa bile azaldı. Ateşin kesilmesi sırasındaki hat, soruna siyasi çözüm bulunana dek kalıcılaştırıldı.

Yeni çizilen çatışmasızlık bölgesinin sınırı, eskisinden farklı olarak muhalifler ile rejim arasındaki aşılmaması gereken çizgiyi değil pek çok açıdan Türkiye ile Suriye arasındaki fiili sınırı işaretliyor. Arada bir de tampon bölge var. Korunması için Rusya ile Türkiye belli ki ortak hareket edecek.

* * *

Mutabakat ve onun yansıması olan protokol mükemmel olmayabilir. Nihayetinde tüm tarafların beklentilerini dengeleyen bir belge söz konusu. Eleştirmemiz de normal. Yeter ki daha iyisinin nasıl yapılacağını, Türkiye’nin elindeki imkanlarla tüm çıkarlarının daha iyi nasıl koruyacağını söyleyelim.

Benim aklıma yaratıcı bir çözüm, Türkiye’nin kontrolü altına aldığı sınırlar çerçevesinde statükoyu dondurmaktan daha iyi bir çare gelmiyor. Okuduklarımın arasında da öneri göremedim. Beklentim iktidarın göç tehdidiyle tetiklediği AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir ivme yakalaması, ABD ile yakınlaşmayı Rusya’ya güvenerek ihmal etmemesi.

Görünen o ki Türkiye uzlaşarak, optimumda anlaşarak Suriye’nin diğer bölgelerindeki çıkarlarını da daha rahat koruma imkanına kavuştu. Hepsinden önemlisi insan kaybının önüne geçti. Ateşkes tutarsa siviller bombaların altında can vermeyecek, çatışmada askerlerimiz ölmeyecek. Ateşkes tutmazsa da mutabakatla yaratılan fiili durum sayesinde bu bölgeyi korumak, üstünde etkin bir uçuşa yasak bölge ilan etmek çok daha kolay olacak…

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum