Hobi tutsaklığı üstüne
Geçenlerde diplomatlıktan yeni emekli olan bir arkadaşıma çizdiği eskizleri sergilemesi gerektiğini söylediğimde bana Columbia Üniversitesi’nden Tim Wu’nun New York Times’da yayınlanan bir yazısını gönderdi. Aslında hukuk hocası olan Wu hobilerimizin hobi olmaktan çıktığını, özgür zamanımızdan keyif almak için yaptığımız işleri yarışmaya dönüştürerek özgürlüğümüzü zorladığımızı, yarışacağımıza özgürlüğümüzün tadını çıkartmaya çalışmamız gerektiğini yazıyordu.
Wu’nun verdiği örnek koşma, hobi olarak başladığımız koşuyu bazılarımız -özellikle de koşturmacayı hayat tarzı edinenler, koşulmayınca düşüleceğine inananlar, rekabeti hayatın her alanında arayanlar- ille de düzenlenen bir maratona katılmak olarak görüyor. Zevk için başladıkları, boş zamanlarını değerlendirmek, biraz fit, biraz da sağlıklı olmak için yaptıkları hobileri zaman içinde kendilerini esir alıyor. Tıpkı çalıştıkları işlerde olduğu gibi rekabetin alanı haline dönüşüyor.
* * *
Bundan da zevk alındığı kesin. İnsanlar başkalarıyla da, kendileriyle de yarışmaktan haz duyuyor. Ama olan özgürlüğümüze oluyor. Bize bırakılmış olan anları başkalarıyla paylaşıyoruz. Onları özgürlük alanımızda dahi yenmeye, kendimizi bir kez daha ve bazen umutsuz şekilde yarışmaya zorluyoruz. Eğer kendimiz yarışamıyorsak yarışanları seyrediyoruz, taraf tutuyoruz, boş zamanlarımızı stadyumlarda ya da televizyon ekranları önünde geçiriyoruz.
Eğlenmek, bize bırakılan bir anı hoşça geçirmek için başladığımız bir “seyir” eylemi kimi zaman çığırından çıkıyor, birbirimizi kırmaya, yaralamaya, öldürmeye kadar varıyor. Aidiyet hissettiğimiz bir takımın kaybı ya da uğradığına inandığımız haksızlık bizi öylesine etkiliyor ki acısını başka yerden çıkartıyoruz, yarışılan “takıma” karşı aidiyet hissedenleri kaybımızdan sorumlu tutuyoruz. Oysa onlar bizden farksız. İstedikleri haz almak, boş denen vakitlerini iyi geçirmek. Bizi birbirimizden ayıran tek şey formaların üstündeki renkler.
Hobimiz yaşam tarzımıza, hayata bakışımıza, benliğimize, kimliğimize dönüşüyor. Çok azımız bu yazının ilham kaynağı olan arkadaşım gibi resmi zevk, sporu keyif için yapıyor. Çünkü rekabet kültürü bize bırakılan özel alana da sızıyor. Zevk için yaptığımız işler eziyete dönüşüyor. Neyse ki eziyetin farkına varmıyoruz. Çalıştığımız gibi eğleniyoruz, eğlendiğimiz gibi çalışıyoruz. Yaptığımız çoğu şeyin diğerinden farkı kalmıyor. Bu durum sadece bize, bu topraklara ait olsa kavramın yabancılığına atıfla açıklamak mümkün.
Fakat belli ki evrensel. Hobinin olduğu, iş dışında zevk almak için düzenli bir etkinliğin veya üretimin yapıldığı her yerde insanlar benzer şekilde davranıyor, hayatından kaçmak için benimsediği hobisine hayatını taşıyor. Hep birileriyle, bir şeylerle çoğunlukla amaçsız, nedensiz rekabet ediyor. 19’uncu yüzyılda pul toplarken de, 21’inci yüzyılda jogging yaparken de sonuç değişmiyor. Girdaba kapılıp daha iyi olmaya, daha iyi olduğumuza kendimizi inandırmaya çalışıyoruz.
Belki de nedeni hobi alanının tahmin ettiğimiz kadar geniş bir özgürlük alanı olmamasından, aslında oranın da diğer alanlar gibi tanımlanmış, sınırlanmış olmasında. Ne de olsa her etkinliğin bir endüstrisi oluştu. Koşacaksanız sizi kimse serbestçe koşturmuyor. Koşmanın da bir adabı, edebi var. En azından koşmak için yapılmış ayakkabınızın olması, altınızda bir şort ya da eşofman bulunması gerekiyor. “İyi” bir koşucu olmak, koştuğunuzdan zevk almak için para harcamanız, kazandığınızı spor endüstrisiyle paylaşmanız şart.
Biraz daha paranız varsa tenis oynayabilirsiniz, daha da varsa golf sizin için ideal bir spor olabilir. Boş zamanlarınızı kortlarda ya da yeşil sahalarda değerlendirebilirsiniz. Model uçak veya araba yapabilirsiniz. Resim yapmak, enstrüman çalmak, düzenli ve organize olduktan sonra daha pek çok şey zevk vermek, sizi hoşnut bırakmak kaydıyla hobi olarak kabul edilebiliyor. Anlık, gelişigüzel veya tesadüfü yaptıklarımız hobi sınıflandırmasına girmiyor. Wu gibi uzmanların ilgisine mazhar olmak için bilinçli tercih sonucu sürekli ve ısrarlı bir şekilde bir şeyler yapmanız gerekiyor.
Bir de boş olan vaktinizin, boş vakti dolduracak enerjinizin, enerjinizi harcarken de kullanabileceğiniz paranızın olması şart. Bu yüzden de hobiler bir sosyal statü sembolüne dönüşüyor. Hobisi olanlar farklı bir kategori olarak görülüyor. Bazı şirketlerde işe girerken insan kaynakları uzmanları hobiniz nedir diye soruyor. Hobisi olmayanlara iyi gözle bakılmıyor. Bakılmadığı için de insanlar televizyon seyrederim, kitap okurum demek zorunda kalıyor. Kendilerini istemeden hobi hiyerarşisinin en alt basamağına yerleştiriyor.
Benim hiç hobim olmadığı için hobicilerin neler hissettiklerini bilmiyorum. Tespitlerim tecrübeden ziyade gözleme dayalı. Hobi sahibi olabilecek kadar sabrım galiba hiç olmadı. Tenis oynamaya heves ettim ama belim müsaade etmedi. Önce rakete, topa, hocaya kabahat buldum, sonra gerçekle yüzleştim. Grup sporlarını da yapamadım. Bedenimi komutlara göre ayarlayamadım. Senkronize olmak için harcadığım çaba yaptığım egzersizden aldığım hazzı bastırdı. Uygun adım yürümek bile oldum olası zor geldi. Kimseden komut almayan, süreklilik arz etmeyen, yani hobi olmayan sporlarda karar kıldım.
* * *
Zaten bana galiba yazmak iyi geliyor. O da hobim değil, işimin bir parçası. Okuduğuma göre yaptığınız bir şeyin hobi olması için işinizin mutlaka dışında olması gerekiyormuş. Süreklilik, sanıyorum bir tür saplantı da esasmış. Israrla pul toplarsanız, gittiğiniz her yerden mıknatıslı buzdolabı etiketleri alırsanız ya da futbol severseniz, hatta sosyal medya bağımlısıysanız hobiniz var sayılırmış. Ancak iyi hobilerle kötü hobiler arasında fark varmış. İyi hobi anladığım kadarıyla üretime ve toplamaya, kötü hobi tüketime ve “seyre” tekabül ediyor. Hobinin kavram olarak kökeni de iş göremeyecek kadar küçük atları beslemeye, bakmaya dayanıyor.
16’ıncı yüzyıldan itibaren Britanya’da kullanılmaya başlanan bu sözcük 19’uncu yüzyılın ortalarında çalışanların, yaşamak için emeğini satanların boş zamanlarının olmasıyla birlikte günümüzdeki anlamına kavuşmuş. İnsanlar kendilerine bırakılan zamanlarda zararlı şeylerle uğraşmasınlar, toplumun ve düzenin huzurunu bozmasınlar, kim bilir belki de çok düşünmesinler diye pul toplamak gibi iyi hobiler icat olmuş. Zaman içinde de hobiler iş kollarına, büyük endüstriyel alanlara dönüşmüş. Artık her “hobimiz” için kitaplar, dergiler, takımlar, gurular, eğitmenler, telefon uygulamaları ve milyar dolar cirolu çok uluslu şirketler var. Ama özgürlük yok. Kendimizle ve başkalarıyla yarışsak da yarışmasak da…