Türkiye bu yobazlıktan kurtulamayacak mı?
Cumhuriyet tarihi boyunca belli dönemlerde ortaya çıkan ve bir türlü yakamızı bırakmayan bir yobazlıkla adeta malul durumdayız. Bu mesele zaman zaman “gerici-yobaz”, zaman zaman da “laik-anti laik” kavramları üzerinden yaşanmış ve her seferinde toplumsal manada bir gerilim hattı oluşturmuştur.
Ancak ne hikmetse yaşadığımız bunca tecrübeye ve değişim adımlarına rağmen, hiç ders almamış olmalıyız ki bütün dünyanın yapay zeka ve biyoteknoloji gibi sınırları aşan gelişmeleri konuştuğu 21. Yüzyılda bile kafalarımızdaki ‘örümcekli düşünceler’i tartışmaya devam ediyoruz.
Neden böyle hiddetli bir başlangıç yaptığımı merak edenler için hemen açıklayayım, geçmişte SHP-DYP koalisyonunda Kültür Bakanlığı görevinde bulunan Önay Alpago, Meclis’teki başörtüsü konusundaki anayasa değişikliği ile ilgili Halk Tv’de demiş ki: “Bu örtüyü giyinen kadın terörist midir, değil midir biz nasıl bileceğiz?”
Hiç dolambaçlı cümle kurmaya gerek yok, bu ifadeler kelimenin tam anlamıyla bir akıl yoksunluğuna işaret ediyor. Türkiye’nin 5 ay sonra yapılacak seçimle çok önemli bir değişim adımına hazırlandığı bir dönemde, bakanlık yapmış bir ismin hala başörtüsü takıntısını aşamamış olması, hem kendisi adına hem de ülke adına gerçekten dramatik bir durum.
Peki ne yapmamız gerekiyor şimdi?
Bütün işimizi gücümüzü bırakıp “acaba bu başörtüsünün altında ne gizleniyor” diye hafiyecilik mi yapalım?. Sayın bakan zihin dünyasında ne tür korkular yaşıyor bilemeyiz ama, eğer bu anlayıştan hareket edecek olursak dindarlar, Kürtler ve farklı kimliklere sahip insanlar hakkında ’niyet okuması’ yapıp pekala onlarla ilgili kötücül kanaatler oluşturabiliriz.
Bu tür ifadeler karşısında kelimeleri seçerken dikkatli davranmaya çalışıyorum ama, galiba bu ‘yobazlık’ meselesini kolay kolay aşamayacağız. Bu sadece zihin dünyaları değişime kapalı bazı Ortodoks sola has bir durum değil elbette, aynı zamanda merdiven altı İslamcı kesimler de benzer bir yobazlıkla malul durumdalar.
Mesela geçtiğimiz aylarda, kafasındaki örümcekli düşünceleri İslam zanneden bir imam demişti ki: “Üstünüm ben demekle bitmiyor iş. Namazını kıldırttır hanımına, başını örttür. Bak sokaklar ne hale geldi! Kasap dükkanı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık.”
Bu ve benzeri örnekler o kadar çok ki din adına huri pazarlamacılığı yapan bazı cübbeli- sarıklı tiplerin konuşmalarını duyunca doğrusu isyan etmemek mümkün değil. Düşünün ki şu sözleri camide insanlara din anlatan bir hoca cenneti tarif ederken şunları söylüyor: “7 dünya büyüklüğü bir evin olacak ya. 70 tane hurin olacak ya, hap kullanmayacaksın abi. Afedersin top sektireceğiz ya. Macun mu sarımsak mı iyi geliyor demeyeceksin. Neden kılmıyoruz bu namazları? Neden tutmuyoruz bu Allah’ın sözünü?”
Şimdi kadınları ‘kasap dükkanı’ gibi gören, camiye gelen insanlara huri promosyonu yapan yobazlıkla, başörtüsünün arkasında ‘terörist’ arayan yobazlık arasında ne fark var? Al birini, vur ötekine…
Şu memleketin haline bakar mısınız, daha yakın bir tarihte Fetullah denen din pazarlamacısı müritlerini efsunlamak için Peygamber’i kamyonete bindiriyordu. Şimdi de kendilerini Allah’ın Türkiye şubesi gibi gösteren bir takım sarıklı cübbeli yobazlar camideki insanlara huri pazarlamacılığı yapıyorlar.
Ama mesele bununla bitmiyor ki… Din üzerinden rant devşirmeye çalışan hoca taslaklarıyla adeta yarışırcasına, zihin dünyaları demokrasiye ve özgürlüklere kapalı bazı Ortodoks sol çevreler de başörtüsü üzerinden başka bir ‘yobazlık’ gösterisi yapmaya devam ediyor. Yani iki kesimde vesayetle malul durumda…
Galiba insanların kendi kafalarında yarattıkları gizli ‘vesayet’ prangasını aşarak aydınlığı kavuşmaları çok mümkün olmuyor. Kant’ın da açıkça ifade ettiği gibi “Aydınlanma insanın kendi kendisini vesayete maruz bırakmaktan kurtulmasıdır. Vesayet bir insanın başka bir insanın vesayeti olmaksızın kendi idrak kabiliyetini kullanmama iktidarsızlığıdır.” (Aydınlanma Nedir?, Yiberal Düşünce, Bahar 2005)
Hayatımın hiçbir döneminde komplo teorilerine itibar etmedim ama, bu Ortodoks sol çevrelerin ya doğrudan AK Parti iktidarı ile birlikte ya da paralel bir çalışma içinde olduklarına inanmaya başlıyorum. Oysa birazcık olsun akıl ve mantıkla hareket eden herkes anlayabilir ki seçimin tam arefesinde başörtüsü düşmanlığı yapmak, kelimenin tam anlamıyla iktidara lojistik destek vermektir.
Elbette umutsuz olmamak gerekir ama bu Ortodoks solun ve merdiven altı İslamcıların sergilediği ‘yobazlık’ yüzünden Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik bir sisteme kavuşması çok zor gözüküyor.