'Güzel yalanlar' Müslümanların işine yarar mı?
Müslüman dünya özellikle son yüz yıldır yaşadığı travmaların da etkisiyle içine düştüğü trajik hali güzel yalanlarla telafi etmeye çalışıyor. Kuşkusuz Müslümanların yaşadığı bu travmanın en önemli yansıması da Batı düşmanlığıdır.
Daha çok 20. Yüzyıl İslamcı elitlerinin köpürttüğü Batı karşıtlığı, Müslümanların her konuda kendi çözümlerini üreteceği “İslam medeniyeti” hayaline dayalı bir bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bir kere hiçbir zaman tek bir Batı olmamıştır. Batı ile eleştirel bir ilişki geliştirmenin zorluğu göze alınamadığı için bütün meseleler “İslam-Batı” ikilemi üzerine bina edilerek kolaycı bir yol tercih edilmiştir.
Oysa Müslümanlar, İslam tarihinin ilk beş-altı yüzyıllık döneminde farklı medeniyetlerden yararlanıp sentezler yaparak dinamik bir medeniyet inşa etmişlerdir. Mimariden müziğe, felsefeden edebiyata, mutfak kültüründen devlet yönetimine kadar pek çok alanda Bizans, Sasani ve Hint medeniyetlerinden yararlanmışlardır. Aynı şekilde diğer medeniyetler de Müslümanlardan yararlanmışlardır. Unutmayalım Batı yüzyıllar boyunca kağıt yapımı, felsefe ve ziraat gibi bir çok alanda Müslümanlardan çok şey öğrenmiştir. Kısacası, farklı medeniyetler birbirleriyle hep bir ilişki içinde olmuşlardır.
Özellikle Türkiye bağlamından bakıldığında, Batı düşmanlığını besleyen önemli etkenlerden birisi de hayali ümmet kavramıdır. Biliyoruz ki bu ülkede AB ve NATO gibi kurumlara üye olarak Batı’nın bir parçası olmak yerine, kurulacak bir “İslam Birliği”nin lideri olma İslamcı kesimlerin en önemli hayallerinden birisidir.
Benzer bir şekilde ulusalcı Kemalistler de İslamcılarla adeta yarış halindedirler. Onlar da Batı’nın iç farklılıklarını, dinamizmini ve eleştirel düşünceye verdiği önemi görmezden gelen bir yaklaşıma sahiptirler. Aslında ulusalcı Kemalistler, çok değer verdikleri laiklik düşüncesinin Fransa’dan ilham alınarak inşa edildiğini, dahası Mustafa Kemal’in “Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma” ilkesinin doğrudan Batı’yı işaret ettiğini bildikleri halde Batı düşmanlığı ile malul durumdadırlar.
Hal böyleyken İslamcı kesimlerin ve ulusalcı Kemalistlerin Batı düşmanlığı konusunda yaşadıkları çelişkinin şu ana kadar mantıklı bir izahı yapılabilmiş değildir.
Esas trajik olan şudur ki ‘hukukun üstünlüğü’, Avrupa Birliği’ne ‘tam üyelik’ hedefiyle yola çıkan AK Parti iktidarı döneminde Batı düşmanlığının zirveye çıkmış olmasıdır. Şu anda aklı ve bilimi devre dışı bırakan AK Parti iktidarı, bütün başarısızlıklarını Batı düşmanlığı perdesiyle örtme gayreti içindedir. Mesela, ekonomik kriz çözülemiyorsa sebebi ‘dış güçler’ ve içerideki işbirlikçileridir, güpegündüz sokak ortasında siyasi cinayetler işleniyorsa mutlaka arkasında hayali karanlık güçler vardır. Ama bütün bu yalanlar, bugün içine düştüğümüz perişan hali izah etmeye yetmiyor. Çünkü yaşadıklarımız öylesine açık ve net ki üzerine hangi düşmanlık perdesini örterseniz örtün bir türlü kapanmıyor.
Eğer siyaset sahnesinde yaşananlar sadece kendi içinde kalmış olsa, belki bir ölçüde anlaşılabilir. Ama öyle olmuyor, özellikle iktidarın hinterlandında yer alan entelektüel ve kültürel ortamda öylesine negatif bir sarsıntı yaşanıyor ki bugüne kadar özenle korunmaya çalışılan bütün değerler yerle bir oluyor. Mesela AK Parti iktidarının tetiklediği kültürel iklim şu tür bir meydan okumaya yol açıyor: “Batılı sömürgeciler, sömürü ve cinayetlerini, bu parçalanmış coğrafya üzerinde kurulmasını sağladıkları devletlerin kukla yöneticileri üzerinden yürütüyor. Büyük Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla, Ortadoğu’nun sinir kütlesi yoldan çıkan tren gibi devrildi. (Nuri Pakdil, Milat, 2014)
Maalesef Türkiye dahil hemen bütün Müslüman ülkelerde, bir gün olsun kendimize dönüp eleştirel bir bakış geliştirmek aklımıza bile gelmiyor. Ama dünya dönmeye devam ediyor… Müslüman dünya hamasi Batı düşmanlığı ile sadece Batı’nın nimetlerinden yararlanmakla yetiniyor.
Ne zaman içimde Müslümanlara ilişkin umutsuzluk rüzgarları esmeye başlasa bilge insan Aliya İzzetbegoviç’in 1997’de Tahran’daki İKÖ zirvesinde yaptığı konuşmadaki şu sözlerini yeniden okuma ihtiyacı hissediyorum:
"Çok açık konuşacağım için beni bağışlayın. Güzel yalanlar bize yardımcı olmuyor ama, acı gerçekler iyileştirici olabilir. Batı ne bozulnış ne de dejenere olmuştur. Çürümüş Batı; Bu yalan (kendini kandırma), komünist sistem tarafından pahalıya ödendi. Batı çürük değil. Güçlü, eğitimli ve düzenlidir. Okulları bizimkinden daha iyi ve şehirleri bizimkinden daha temiz. Batı'da insan hakları düzeyi daha yüksektir ve yoksullar ve daha az yetenekli olanlara yönelik sosyal bakım daha iyi organize edilmiştir. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik insanlardır. Onlarla yaşadığım deneyimler böyle. Ben de ilerlemelerinin karanlık taraflarını biliyorum ve bunu gözden kaçırmıyorum. İslam en iyisidir; bu doğru ama, biz (Müslümanlar) en iyisi değiliz. Bunlar genellikle karıştırdığımız iki farklı şeydir. Batı'dan nefret etmek yerine onunla rekabet edelim ! Kur'an bize şunu emretmedi mi: 'Hayır için yarışın...”