Eğer adalet bugün değilse, yarın çok geç olabilir
Bu ülke siyasi tarihimizin farklı dönemlerinde ağır ‘vesayet’ uygulamalarının yaşandığı bir gelenekten geliyor. Tecrübelerle biliyoruz ki Türk siyasal hayatında ordu uzun süre çok etkin bir rol üstlenmiş ve kimi zaman darbelerle kimi zaman da muhtıralar ve ültimatomlarla sivil siyaset üzerinde güçlü bir vesayet kurmuştur.
Dolayısıyla Türkiye’de darbelerden beslenen ve içine darbe ruhu kaçmış belli kesimler hariç, toplumun önemli bir kesimi gerek siyaset, gerekse yargı üzerindeki ‘vesayetçi’ yaklaşımlardan her zaman rahatsız olmuştur.
Ama talihsizliğe bakın ki bunca yaşanmışlıklara ve acılara rağmen ‘vesayetçi zihniyet’ten bir türlü kurtulamıyoruz. Dün askeri ve yargısal vesayet vardı, bugün tarifini yapmakta zorlandığımız ama sonuçları itibariyle yargı ve siyaset üzerinde başka bir vesayet var.
Çünkü iktidar erki kendisine yönelik eleştirilerden ya da ‘kutsal devletimiz’e yan bakanlardan rahatsız olduğunda o kadim ‘vesayet’ mekanizması yine devreye giriyor ve geçmişte olduğu gibi siyaseti biçmeye devam ediyor.
Biliyorum ki AK Parti çevreleri “O devirler artık geride kaldı, vesayet illetini bizim iktidarımız bitirdi” diyerek itiraz edeceklerdir. Evet doğrudur, geçmişin vesayetçi anlayışını AK Parti iktidarı bitirdi.
Peki Canan Kaftancıoğlu’na 7 yıl önce attığı tweetler yüzünden ve de İstanbul seçiminin kaybedilmesinden sonra dava açılmasını nasıl izah etmek gerekiyor. Yargımız tweetlerde ifade edilen görüşlerin suç olduğunu ancak 7 yıl sonra görebilmiş olmalı herhalde… İşte şimdi Kaftancıoğlu, ceza aldığı o beş davanın üçü Yargıtay tarafından onanarak siyasi yasağa mahkum edilmiş bulunuyor.
Geçmişte sadece ifade özgürlüğü haklarını kullandıkları için mahkumiyetler ve mağduriyetler yaşayan bugünkü AK Parti yöneticilerinin böyle bir yasağı nasıl savunacaklarını doğrusu çok merak ediyorum.
Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 1997 yılında Siirt’te yaptığı bir konuşmada okuduğu şiir sebebiyle “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle 10 aya mahkum edilmiş ve cezaevinde yatmıştı. Tesadüfe bakın ki Kaftancıoğlu’nun mahkum olduğu davalardan birinin gerekçesinde de aynı ifadeler yer alıyor.
Peki 25 yıl sonra ne değişti? Görüldüğü gibi hiçbir şey değişmemiş. O gün de devletimiz kutsaldı, bugün de kutsal devletimiz kendisine yan bakanlara haddini bildirmeye devam ediyor…
Oysa anayasal demokrasilerde yargının en temel görevi; siyasi ya da başka bir tesir altında kalmadan, tamamen bağımsız ve tarafsız bir anlayışla halkın vicdan terazisine uygun kararlar alarak adaletin tecellisini sağlamaktır.
Maalesef Türkiye Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve anayasamız tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü konusunda adeta antidemokratik ülkeler ligini çağrıştıran bir fotoğrafı bütün dünyaya göstermiş bulunuyor.
Açıkçası bu görüntü, özellikle AK Parti’nin geçmişten bugüne savunageldiği bütün mağduriyet tezlerini yerle bir etmektedir. Adaletin her zaman, herkes için elzem olduğu dikkate alındığında bugün adaletsizlikleri alkışlayanların da yarın mutlaka adalete ihtiyaç duyacaklarını tekrar tekrar hatırlatmak gerekiyor. Zira yarın çok geç olabilir…
Kabul edelim ki bugün Türkiye yargısal alanda ciddi bir zaaf görüntüsü sergiliyor. Çünkü Türkiye geçtiğimiz günlerde Osman Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbete mahkum ederken, kendi iç hukukunun bir parçası haline getirdiği AİHM’ye ve üyesi bulunduğu Avrupa Konseyi’ne meydan okuyarak uluslararası kurumlarla bağlarını kopardığını açıkça ilan etmişti. Şimdi Canan Kaftancıoğlu’nu da mahkum ederek kapılarını demokratik dünyaya tümden kapatmış bulunuyor.
Ancak adaletin terazisinin şaşması sadece vicdanları yaralamakla kalmıyor, Türkiye’nin ekonomik anlamda fukaralaşmasını da hızlandırıyor. Acı ama şu anda Türkiye’nin CDS primi 700’lere kadar çıkmış bulunuyor. 5 yıllık Türkiye CDS primi 677 düzeyinde. Maalesef bu değerler çok yüksek. CDS Primi 300’lere kadar bir derece kabul edilebilir, kredilendirilebilir, 500’lerde ise ekonominin son derece kötü gittiği anlaşılır, 1000’lere çıktığında ise tahta kapanır. Ne yazık ki şu andaki CDS primine göre Türkiye’nin yabancı platformlarda ekonomik kredibilitesi kalmamıştır.
Eğer adalette hakkaniyet duygusunun kaybolmasan rahatsız değilsek, fukaralığa devam…