Plan, şekerleme ve deprem
Bu yazı saldırıdan önce yazıldı. Şehitlerimize rahmet, vurana ve vurdurana lanet olsun.
Ortaçağdan moderniteye geçmenin en önemli adımı saate bakmaktır. Endüstri devrimi, vaktinde işe gelme ve vakti gelince de paydos etme alışkanlığının üzerinde yükseldi her halde. İlköğretim, hiç bir şey yapmasa, çocuklara saatinde okula gelmeyi öğretir. Saatinde teneffüs ve sonra saatinde sınıfa geri dönmeyi! Bunlar başlangıçta hiç de kolay değildir. Hele bir ders saati boyunca sessizce oturup öğretmeni dinlemek!
Allah ilkokul öğretmenlerine sabır versin. İlkokul öğretmenliği, bütün diğer öğretmenliklerden zordur. Öğrencilerin yaşı ilerledikçe hocalık kolaylaşır. En kolayı da benim öğretim hayatımın büyücek bir kısmında yaptığım lisansüstü eğitimini vermektir. Konuyu bilmeniz yeter. Fakat ana okulunda, ilk okulda öğretmek bilmekten ötesini gerektirir. Çok sevdiğim, Nobel ödüllü Alman yazar Herman Hesse’nin, Cam Boncuk Oyunu’nun kahramanı, “yaşlandıkça daha küçük yaştakilere öğretmek istiyorum” der. Hocalıkta ustalaştığını anlatmak için.
TOPLANTI KAÇ SULARINDA BAŞLAYACAK?
Etrafınıza bakın. Hiç ilkokul eğitimi görmemiş gibi davranan ne kadar çok insan var. Bir toplantıdasınız ve arkanızda iki ahbap, sanki odada kendilerinden başkası yokmuş gibi bangır bangır konuşuyor. Telefonu çalıyor ve cevap veriyor! Toplantı 7’de mi başladı? 7:10’da, 7:20’de, hatta 7:30’da gelmeğe devam ediyorlar. Bütün bunları da gayet olağan karşılarız. Geçen asrın başında Beyoğlu’ndaki tiyatro, sinema veya gösteri afişlerinde başlama zamanı nasıl verilirdi: “Akşam sularında…” Hâlâ sularda gelip giden dostlarımız için hemen, “siz milliyetçi- muhafazakârsınız her hâlde” diyorum. Alınsınlar. Önce bana, sonra kendilerine kızsınlar diye.
Saatinde gelip, saatinde gitmek ve ikisinin arasında da gerekeni yapmak… Bir sonraki adım da gelecekte yapacaklarını planlamaktır her halde.
PLANLAMAK ZOR
Plan kolay değil. Yarını planlamak disiplin ister. Akşam dostlarla eğlenmek varken, maç seyretmek varken… Bir sene sonrasını planlamak? On sene sonrasını? Daha da zor. Entelektüel zorluk değil; bilgi veya teknik zorluk değil. İnsanın kendini disiplin içine sokmasındaki zorluk. Hele etrafınız şak şakçılarla çevriliyse, ve onlar sizin her yaptığınızın, yapılabileceklerin en mükemmeli olduğuna sizi inandırmışsa. Yine etrafınız saldırmanız, küfretmeniz gereken muhalefet mensuplarıyla doluysa… Sahi, muhalefete küfretmekten başka bir şey yapılır mı? Yapılmaz değil mi Bay Kemal?
Planlamak zor iş. Bir başkası planlayıp size getirse?... O plana uymak da zor iş.
İlk okuduğumda çok heyecanlanmışım. Bir dostum “Artık klasik oldu” dedi: Şu dört-beş yaşında çocuklara uygulanan şekerleme testi. (Marşmallov deneyi) Psikolog masaya bir şekerleme bırakıyor ve “Ben on dakika sonra geleceğim. Eğer masadaki şekerlemeyi yememişsen sana on tane daha vereceğim. Yemişsen, şekerleme yok.” diyor. Çocukların bir kısmı zorlanıyor ama bekliyor. Bir kısmı da psikolog çıkar çıkmaz şekerlemeyi mideye indiriyor. Çocukların testten sonraki hayatları izleniyor. Yirmi yıl geçince zorlansa da tahammül edip bekleyenler; yani zevki erteleyebilenler, yiyenlere kıyasla belirgin derecede daha başarılı!...
ÖNEMSİZ VE ACİL, ÖNEMLİNİN DÜŞMANIDIR
Başka bir yeni klasikte, Etkili İnsanın Yedi Alışkanlığı’nda, Stephen Covey, işleri iki türlü sınıflandırır: 1) Önemli -- önemli olmayan; 2) acil -- acil olmayan. Sonra bunlardan dört gözlü bir matris yapar: Önemli ve acil; önemli ve acil olmayan; Önemsiz ve acil, önemsiz ve acil olmayan. Ve asıl sonucu söyler: Zamanını planlayamayanlar… (Covey’in asıl muhatabı yöneticilerdir, ama hepimizi ilgilendirir bu hüküm.) Zamanını iyi planlayamayanlar, önemsiz fakat acil işlerle boğuşmaktan, önemli, fakat acil olmayan işlere vakit bulamazlar. Sonunda ertelene ertelene önemli işler acil hale gelir ama artık onları hakkıyla yapacak zaman kalmamıştır.
Etkili ve akıllı adamın yapması gereken der Covey, henüz aciliyet kesp etmemiş önemli işlerle uğraşmaktır. Onları, acil hale gelmelerine müsaade etmeden halletmektir.
Ne dersiniz? Bu anlattıklarımın ilk depremde yıkılmasına kesin gözüyle bakılan binaların yerine sağlamlarının yapılmasıyla bir ilgisi var mı? Maazallah çok ölümlü bir deprem olursa… takdir-i ilahi mi diyeceğiz? Muhalefet veya ben iyi de Japonya’da 8 Richter’lik takdiri ilahide pek kimse ölmüyor dersek… Cevaben küfredersiniz, veya memurlarınıza talimat verirsiniz onlar küfreder.
Ama şimdi şekerleme önümüzde dururken, onun tadını neredeyse damağımızda hissederken… Kim uğraşacak yirmi dakika sonrasıyla veya yirmi gün, yirmi ay… Hele hele yirmi yıl!